Hukuk Fakültesi Hayvan Hukuku 2023 Final Soruları

2023 HAZİRAN DÖNEMİ MEF ÜNİVERSİTESİ  HUKUK FAKÜLTESİ 

HAYVAN HUKUKU FİNAL VE BÜTÜNLEME SINAVI SORULARI

 

  1. Ankara’nın Haymana ilçesinde 13 yaşında bir çocuk sokak köpeklerine bir eşeğin yavrusu sıpayı parçalatıp işkence ile ölümüne sebep olur. Bununla ilgili bir ihbar da sizin önünüze geldiğinde ne yapılmasını tavsiye edersiniz ?
  2. Hayvanlar ve doğa üzerinde mülkiyet hakkını kullanmak sınırsız mıdır ?
  3. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanununda 2021 yılında yapılan madde değişikliklerin yeterli olmadığı tespit edilmiştir. Bir hukukçu olduğunuzdan ve hayvan hukuk derslerini de aldığınızdan görüşleriniz alınmak üzere TBMM ‘ne komisyon görüşmelerine çağrılıyorsunuz. Yasada öncelikle hangi  maddelerin değiştirilmesini istersiniz ? Beş öncelikli maddeniz neler olurdu ? Nasıl bir görüş bildirirdiniz ?
  4. Endüstriyel / sanayi tipi hayvancılık doğaya nasıl olur da zarar verir ?
  5. Şu an yürürlükte bulunan Hayvan Hakları Yasamız, sokak hayvanları sorununu çözmediği gibi barınakların da ölüm kamplarına dönüşmesine neden olmuştur.”  cümlesindeki en temel hatalar eksikler nedir ?
  6. Bir apartmanın 17. Katında oturan HAFİZE CİNNET   ,  aynı apartmanın 1. Katında oturan Masume  Hanım  ’a evinde kedi beslediği için tahliye davası açmak istiyor. Hafize hanımın izleyeceği yolun ( hangi mahkemede ,nasıl bir dava ? ) buna karşılık  ise açılan davaya karşın Masume Hanımın ne gibi savunmalar yapabileceğini , bu davadan kurtulmak için ne gibi yollara başvurabileceğini anlatınız
  7.  Vejateryenlik – Pescateryenlik ve Veganlık arasındaki temel farkları anlatın. 3 tane yerli ya da yabancı vejetaryen/vegan ünlü ismi yazın. Bitkiler de canlı değil mi onları da yemeyelim mi ?
  8. Hayvan refahı ile hayvan hakkını savunanlar arasında nasıl bir temel fark vardır ? Örneklerle açıklar mısınız ?
  9. Bu topraklarda ilk köpek toplama hareketi ne zaman nasıl olmuştur ? Birkaç tanesini hiç bilmeyen bir arkadaşınıza anlatarak örnek verir misiniz ? Alınacak ders ne olabilir ?
  10. Sahipli bir hayvan ile sahipsiz bir hayvana eziyet halinde yasanın değiştiği söylenmekte ancak siz ısrarlı bir şekilde hayvan hukuku dersinden öğrendikleriniz ve okuduklarınıza göre hala bazı temel farkların olduğunu düşünmektesiniz. Bunların neler olduğunu anlatır mısınız ?

 

Başarılar

Her soru 10 puan değerindedir.  

Türkiye’de bir üniversite bünyesinde düzenlenen tek  HAYVAN HUKUKU derslerine katıldığınız ve ayrıcalıklı birer hukukçu olduğunuzu düşündüğüm ve bu dersi aldığınız için tüm hayvan dostları adına teşekkür ederim. Umarız ilk gün bu sınıfa geldiğinizle , bugün arasında bilgileriniz ve bakış açısında ciddi  fark olmuştur. 23/05/2023

Av. Ahmet Kemal Şenpolat

MEF UNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

HAYVAN HUKUKU DERSİ ÖĞRETİM ÜYESİ

 

 

2023 Haziran Hayvan HukukuFinal ve Bütünleme Sınav Soruları Yanıtları  : 

Yanıt 1 : Hayvanlara Yapılan Çocuk Şiddetinde Kurumların Harekete Geçirilmesi

 

Valiliğe ve bakanlığa yazılacak yazı örneği
 

Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube tarafından inceleme yapılmasını;

  • Hayvana şiddet uygulayanların Ruhsal ve psikolojik gelişimini tamamlamamış çocuklar olması nedeniyle de; Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü tarafından bu bölgenin “pilot bölge olarak” seçilip, polis nezaretinde “şikayete konu çocukların ve ailelerin” tespit edilip ve ayrıca o bölgede yaşayan diğer potansiyel suça eğilimli çocukları olan ailelerin de belirlenerek toplu bir çalışma yapılmasını; O bölgede bulunan okul müdürleri ve Milli Eğitim İlçe Müdürlüğü ile koordineli çalışmalar yapılmasını,

  • Hayvanlara yönelik istismar ve hayvan hakkı ihlali sebebiyle de Orman Su İşleri Müdürlüğünün denetiminin yanında ayrıca Orman Su İşleri Bakanlığından müfettiş istenmesini,

  • Burada yaşanan istismara yönelik duyumların olası bir insan-çocuk-kadın şiddetine dönüşmemesi için o mahalde yaşayan vatandaşların güvenliği açısından Toplum Destekli Polis ve Asayiş Şube Müdürlüğünce istihbari çalışma yapılmasını ve güvenlik önlemleri alınmasını,

  • Ayrıca, 5394 sayılı Çocuk Koruma Yasasının 6. Maddesi gereği, bu çocukların isim tespitlerinin yapılıp, sorun aileden kaynaklanıyor ise “koruma altına alınmasını”, 5. Maddesi gereği ise danışmanlık ve eğitim tedbiri kararı alınmasını talep ediyoruz.

YASAL DAYANAK MADDELERİ:

5394 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu:

MADDE 1. — (1) Bu Kanunun amacı, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir.

MADDE 2. — (1) Bu Kanun, korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında alınacak tedbirler ile suça sürüklenen çocuklar hakkında uygulanacak güvenlik tedbirlerinin usûl ve esaslarına, çocuk mahkemelerinin kuruluş, görev ve yetkilerine ilişkin hükümleri kapsar.

Koruyucu ve destekleyici tedbirler

MADDE 5. — (1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir. Bunlardan;

  • a) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere çocuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili sorunlarının çözümünde yol göstermeye,

  • b) Eğitim tedbiri, çocuğun bir eğitim kurumuna gündüzlü veya yatılı olarak devamına; iş ve meslek edinmesi amacıyla bir meslek veya sanat edinme kursuna gitmesine veya meslek sahibi bir ustanın yanına yahut kamuya ya da özel sektöre ait işyerlerine yerleştirilmesine,

MADDE 6. — (1) Adlî ve idarî merciler, kolluk görevlileri, sağlık ve eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, korunma ihtiyacı olan çocuğu Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bildirmekle yükümlüdür. Çocuk ile çocuğun bakımından sorumlu kimseler çocuğun korunma altına alınması amacıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna başvurabilir.

(2) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kendisine bildirilen olaylarla ilgili olarak gerekli araştırmayı derhâl yapar.

Soruşturma

MADDE 15. — (1) Suça sürüklenen çocuk hakkındaki soruşturma çocuk bürosunda görevli Cumhuriyet savcısı tarafından bizzat yapılır.

(2) Çocuğun ifadesinin alınması veya çocuk hakkındaki diğer işlemler sırasında, çocuğun yanında sosyal çalışma görevlisi bulundurulabilir.

(3) Cumhuriyet savcısı soruşturma sırasında gerekli görüldüğünde çocuk hakkında koruyucu ve destekleyici tedbirlerin uygulanmasını çocuk hâkiminden isteyebilir.

 

Yanıt 2 : Hayvanlar ve Doğa Üzerinde Mülkiyet Hakkı Sınırsız mıdır ?

 

Mülkiyet hakkı, taşınır (menkul) ya da taşınmaz (gayrimenkul) bir eşya üzerinde hak sahibine kullanma (usus), yararlanma (fructus) ve tasarruf (abusus) yetkisi veren, hukuk düzeninin sınırları içinde kullanılabilen mutlak ve ayni bir haktır. Malik olan kimse mülkiyet hakkını herkese karşı iddia edebilir, savunabilir. Fakat aynı zamanda malik olduğu içinde neredeyse sınırsız olarak bu eşyası üzerinde dilediği yetkisini kullanabilir.

Gelgelelim mal olarak kabul etttiğimiz “eşya” nedir ? Yani bir araba , bir masa , bir buzdolabı eşya olarak kabul edilir. Fakat bir at ya da bir köpek de eşya mıdır ?

Hukuken bugüne kadar pek tartışılmak istenmeyen konu da zaten budur. Yani malik olma hakkı size istediğiniz gibi örneğin masanın bacağını kesme , onu istediğiniz gibi boyama hakkı verirken acaba siz maliksiniz diye bir hayvan üzerinde sonuna kadar kullanabilme hakkınız var mıdır ? Hayvanlar  ve ağaçlar bir mal olarak kabul edilirse bu soruya maalesef evet diye yanıt vermek gerekir. Çünkü malik “mülkiyet hakkı bana üç temel hakkı da veriyor”  dediği zaman ona karşı belki sadece ikincil derece uygulama yeteneği olan hayvanları koruma yasasının da etkisi olmayacağını hepimiz tahmin edebiliriz

Yüz yıllardan beri hayvanlara eşya olarak bakılma anlayışı bir çok ülkenin medeni kanunu da bu şekilde düzenlemeye teşvik etmiş , hatta hukuk fakültelerinde dersler işlenirken de hayvanların bir eşya olarak örneklendirilmesinde bir sakınca görmemiştir.

 

Mülkiyet hakkı iki önemli yerlerde sınırlandırılır. Birisi mülkiyet hakkının toplum yararına aykırı olamaması diğeri de mülkiyet hakkının kötüye kullanılamamasıdır. Bir diğer değişle hissedebilen varlıklar olarak kabul ettiğimiz hayvanlar üzerinde dilediğinde onları sömürebilme yetkisi ise nedense hele bizim yasalarımızda açık ve net şekilde sınırlandırılmamıştır. Vicdanen belki şu kadarını söyleyebiliriz , evet bir kişi bir sandalyesinin ayağını kesebilir fakat sahip olduğu ineğin ayağını ayni hakka sahip diye kesememesi gerekir. Fakat biz hayvan dostlarımıza da eşya muamelesi yapıp onların bir sandalye ya da bir arabadan farklı olarak  hissedebilen  , duyguları olan varlıklar olduğu istisnasını getirmediğimiz sürece , usus fructus abusus dediğimiz üç temel hakkın da malik olarak sonuna kadar kullanılmasında engel yoktur. Dileyen dilediğini ayni hak ayrıcalığına sahip olduğu için kendi  eşeğinin gözünü de oyabilecek , bir köpeğin kuyruğunu da daha güzel olsun diye kesebilecek , bir ineği de sonuna kadar sömürebilecektir.

 

Alman Medeni Kanunu md.90/son ‘a bundan yıllar önce eklenen bir madde ile hayvanların eşya olmadığı vurgulanan bir madde koyması bizim kaynak kanun olarak aldığımız bu yasalarda inadına işimize gelen bu maddeyi görmek istememiz de yine bir menfaat sistemine dahil olmamızdandır.

MK md 683 uyarınca  malda zulm ile değişiklik yapılması , malın tahrip edilmesi gibi hakları söz konusu olan çevre ve hayvanlar olduğunda acı ve üzüntü tüm toplumu derinden sarsar.

Örneği ilerletirsek bir kişinin arazisinde 100 yaşına gelmiş bir dut ağacını kesmesi , 500 yaşında devasa bir çınarı mal benim mülkiyetimdedir diye tahrip etme , yok etme hakkı var mıdır  ? Hele kibirden küfelik olmuş ve parası olan kişi/belediyeci için o ağacı yok ettiği için nasıl bir ceza verebilirsiniz ? Mülkiyet hakkının bu şekilde sınırsız denetimsiz hatta çevre üzerindeki teşvik edilircesine yok edebilme hakkı,  güç zehirlenmesine uğrayan kültürü ödüllendirmektedir. Kabahatler kanunu kapsamında verdiğiniz cezalar için dört eşit taksit ile  cezanı da ödeyebiliyorsun denmesi trajikomiktir.

 

Çok daha sıcak bir örnek olarak devlet olarak egemenlik hakkımızı kullandığımız bir iç deniz olarak Marmara Denizini ölüm aşamasına getirmemiz , ülkenin devasa ormanlarını hem de yasal kılıflarla yok edip, dereleri gölleri kurutmamız Kaz Dağlarında , Kaçkarlarda aslında kamunun olan doğayı ve hayvanların yaşam alanlarını sonuna kadar sömürmedeki ısrarlı duruşumuz , bir çeşit mal bizim istediğimiz gibi sömürürüz anlayışıdır.

Nedense Anayasanın 35/ son fıkrasına mülkiyet hakkına  getirilen mülkiyeti sınırlamaya yönelik düzenleme “ Mülkiyet hakkının toplum yararın aykırı olamaz “ şeklinde olsa da bu maddeye  doğayı ve hayvanları da katmak gerektiği kimsenin aklına gelmez , bu yönde bir yasa teklifi sunmaz , kamuoyu oluşturmaz.

 

 

YANIT 3 : Yasa değişikliği

 

Türk Ceza Yasamızın ve ceza yasalarıyla ilgili mevzuatın temel bakış açılarından en önemlisi insan dışındaki her şeye “mal” yada “eşya” olarak bakmasında yatar.

Oysa , insan merkeziyetli bu bakış özellikle gelişen değişen bambaşka bir  dünyada terkedilmektedir.  Biz ülke ve toplum olarak her ne kadar da bu gelişmeleri kabul etmesek de her zamanki gibi bu gelişmelere karşı her zamanki gibi dirensek de, dünyada son 40 yılda çevre ve hayvan hakları ile ilgili STK sayıları artmakta , dinden dilden milliyetten ari bambaşka topluluklar işbirliği yapmakta , kendi ülke politikalarını eleştirmekte , bambaşka bir dünyadan seslenmekte ,  üniversitelerde özel bölümler açılmakta , bu konuda uzmanlar kilit makamlara gelmekte , basın bu konuyu klasik bakışların dışında  işlemekte , yeni gelen kuşak eskilere nazaran çevre ve hayvan haklarına daha fazla hassasiyet göstermektedir. İklim değişikliği başta olmak üzere çevreye , hayvanlara , doğaya karşı eskiyen politik görüşler  sloganlar bu konuda çalışma yapanları küçümseyen tavırlar söylemler ya da bu işlerle uğraşanları marjinal grup hatta teröristler olarak yaftalamak ancak zeka seviyesi son derece kıt kesim tarafından değer bulmaktadır.


Bizim hukuk sistemimizde bilindiği üzere “insan” dışında olan her şey eşya kabul edilmektedir. Bu nedenle de, mal varlığının konusunu oluştururlar. Başka bir anlatımla , ekonomik değeri olan tüm her şey insana hizmet eden , insanın sahip olabileceği malvarlıklarıdır. Bunları edinmek, yani üzerinde mülkiyet hakkı ve zilyetlik kurmak hukuken mümkündür. Dolayısıyla, etrafımızda her gün onlarcasını gördüğümüz ağaçlar da  hayvanlar da ( hatta kamuya ait dereler de göller de ) mal sayılırlar , zarar görmeleri halinde , sahiplerinin uğramış olduğu ekonomik kayıp nedeniyle “ mal varlığı aleyhine işlenen suçlara” konu olmaktadırlar.

2004 Yılında yürürlüğe giren Hayvanları Koruma Yasası’nın hiçbir ihtiyaca derman olmayacağı daha o yıllardan beri bu satırın yazarı tarafından söylenmesine rağmen , 17 yıl sonra bu ihtiyaç ancak görülmüş ve 2021 Temmuz ayında hayvanları koruma kanununda  değişikliği yapılmıştır. Fakat onca mücadeleden sonra bile dağ fare doğurmuş yine beklentileri karşılamayan bir çok kimsenin ağzına bir küçücük bal vermek çapında ufak tefek bir çok istisnası da olan değişikler resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.  En büyük sorun bizlerin istediği temel ihtiyaçlara yönelik bu istemlerin uygulanması halinde oluşabilecek kaostan doğabilecek korku olduğundan , meclisten geçen değişiklik aklı başında kimseyi tatmin etmemiştir. Örneğin adı hayvanları koruma kanunu olmasına rağmen , ne evcil hayvan dükkanlarından satış engellenebilmiş , ne hayvanlara kötü muamele eden insanlara ciddi ceza yaptırımı gelmiş , ne avcılık yasaklanmış ne de savcılara re'sen soruşturma yetkisi verilebilmiş, sahipsiz hayvanlara kötü muamelede işi zaten başından aşkın tarım il müdürlüklerine suç duyurusunda bulunma tekeli verilmiştir. Ölüm gösterilip sıtmaya razı olma durumu gerçekleşince de hayvanları koruma kanunda kimse daha yeni bir değişiklik isteme cesaretinde de bulunamamaktadır.

Örneğin , yasa kabahatler kanunu kapsamından çıkmasına rağmen hayvanlara işkence yapanlara ya da hayvanlarla cinsel ilişkide bulunanlara 6 aydan 4 yıla kadar hapis cezası  gelmiş fakat yatarı olmayan tutuklama ile caydırıcılığı olmayan kağıt üstü cezalar devreye girmiştir. Vatandaşta da sanki failin dört yıl tutuklu demir kafes ardında kalacağına dair intiba oluşmuştur.  Söz konusu ceza sabıkaya işlense de CMK gereği adli para cezasına çevrilecektir. Ya da büyük olasılık en aşağı sınırdan cezalar verilecektir.

Hayvanın öldürülmesi fiilinin işkence suretiyle gerçekleşmesi halinde  verilecek ceza yarı oranında arttırılacak, fakat tutuklamaya dönüşen hapis cezası  olmadığını , hapis cezası 3 yıl üstünde olmadığı sürece etkisi olmayacağı ancak hukukçular tarafından bilinmektedir.

Daha vahimi ilk defa suç işleyen kişi 6 ay hapis cezası alınca adli para cezasına çevrilecek. Eğerki beş yıl içinde tekrar hayvana karşı suç işlerse o zaman yatarı olan tutuklamaya çevrilecektir. Yani ilk suçu işlediği zaman ( adli  para cezası nedeniyle ) örtülü af olacak. beş yıl içinde söz konusu kişiyi tekrar yakalamak zaten son derece zor olduğunu ise herkes bilmektedir. Hattta fail bu suçu , beş yıl içinde değil de altıncı yıl da işlemiş olsa ilk beş yıllık süreç geçmiş olduğundan , yeniden 6 ay hapis cezası (adli para cezası ) da alabilecek.

 

Suçta tekerrür hükümleri işlemeyeceği yasayı çıkaranlar tarafından da başından beri bilinmektedir. Dolayısıyla hukukçu olmayanlara karşı biraz da kelime ve usul hukuku oyunlarından hayvan dostlarımız da zarar göreceği muhakkaktır.  Çünkü bu şekilde yaptırımlar bizler tarafından hiçbir zaman murad edilmemiştir.

 

Bir diğer önemli istemimiz özellikle sahipsiz hayvanlara kötü muamele durumunda  savcılıklara re'sen kovuşturma yetkisi gelmemiştir. Yani sahipsiz bir hayvana karşı kötü muamele yapıldığı zaman şikayete bağlı olmaksızın savcılık kendiliğinden bu fiili kovuşturma konusu yapılabilecekken , durum il tarım müdürlüklerindeki memurun takdirine bırakılmıştır. İşi başından aşkın ve zaten görevinden yılmış bir memurun bir hayvan hakkı savuncusu gibi dilekçe yazmasını bu davayı takip etmesini kimse beklememelidir. Bu dolaylı olarak adliye mekanizmasına gelecek yükü eritmek için yapılan taktik olduğunu herkes bilmektedir.

 

Çok acıdır. Çok istediğimiz doğa ihtisas mahkemesi kurulmaması bile bu konuda karar veren bakanlığın taslağı hazırlayan uzmanların ne kadar konuya uzak ve duyarsız olduğunu göstermektedir. Uzmanlaşmış mahkeme kurulmadığı için çoğu zaman ağacın derenin doğanın hayvanın hakkını savunabilecek anlatabilecek konuya hakim hatta bu konuda son derece hassas hukukçular standart bakış vizyonun ötesine geçmediği için emsal kararlar çıkamayacak içtihatlar oluşmayacak hayvan ve doğa hakları orada burada kağıt üzerinde kalması istenmiştir. Çünkü bu gibi hareketlerin olası devlete karşı bir eyleme de dönüşmesi istenmeme ruhu ve korkusu hakimdir.

 

Kedi ve köpek dışındaki hayvanlar her zaman maldan da öte  olarak kabul görmesi de çok düşündürücüdür. Hayvanlı sirklere yasak gelmiş fakat mevcut hapishane pozisyonundaki yunus parklarındaki hayvanların bu tutsaklıktan kurtulması için tek bir adım yoktur. Turizm şirketlerinin elinde oyuncak olan bu hayvancıkların yenilerinin açılmaması için yasa çıkmıştır fakat mevcut hayvan hapishanelerine  dokunulmayacaktır.

 

Petshoplarda (ve ruhsatsız üretim çiftliklerinde)  evcil hayvan satışı  güya yasaklandı fakat bir yıl gibi mevcutların satılarak tüketilmesi (!) için süre verildi. Üstelik bu dükkanlar katalog , broşür , afiş hatta internet üzerinden satışa yine devam edecekler. Asıl sıkıntı dükkanların içindeki o küçük kafeslerde değil üretim aşamasında yaşandığını kabul etmeyen yasa koyucu duruma ikna olmadı. Bu sektörde de aynen turizmciler ve avcılık lobisinde olduğu gibi petshoplarda hayvan satışından prim kazanan kişilerin baskısı altında bu büyük istisnai getirmiştir.

 

Görüldüğü üzere Haytap’ın yıllardır kullandığı “HAYVANLAR MAL DEĞİLDİR CANDIR! ” söylemi her ne kadar yasa koyucu siyasi partiler tarafından kullanılmışsa da şuraya kadar anlattıklarımızda bile hayvanın bizzat malın kendisi olduğu insan merkezli dünyada onların hakkı olmadığını büyük istisnai maddelerle kabul etmiş oluyoruz.

 

Çok istememize rağmen yasada gerçekleşmeyen en önemli eksiklerden birisi de kendi hayvanına eziyet eden , evinde arabasında terkeden hayvana ivedilikle savcılık kararıyla evine girip hayvana el koyma yetkisi ise o kadar ısrar etmemize rağmen verilmemiştir. Anlık ve ivedi olarak hareket edilmesi gereken bu durumlarda hayvan polisi teşkilatındaki arkadaşlar yetkilendirilmemiştir. İnsanların büyük kısmı kendi hayvanına da eziyet etmekte örneğin arabasının arkasından bağlayarak koşturmakta , sıcakta arabasında ya da balkonunda tutmakta veyahut kısa zincirle aylarca hayvanı malı olduğu için ölümden beter koşullarda yaşatmaktadır. Sahipli mala müdahele edilemeyeceği için en önemli açıklardan birinin düzeltilme şansı varken bu dahi görmezden gelinmiştir.

 

Çok sık karşılaştığımız törenlerde karşılamalarda kutlamalarda hayvan kurban edilmesi engellenmesi ile ilgili neden bir madde dahi koyulmadığını tahmin edebilirsiniz. Dünyanın ancak az gelişmiş ülkelerinde görebileceğiniz bu bakış açısının artık bu dünyada savunulabilir tarafı kalmış mıdır ?

Yeni hayvanat bahçelerinin ( zulumhanelerinin ) kurulması  engellenmemekte , mevcutlarının kapatılması engellenmiyor hatta KOSGEP kredileri adeta bu tutsak hanelerin gerek ticari amaç gerek hayvan sevgisi öğrenilmesi adına tek bir cümle dahi geçirilmiyor. Güya yenilerinin ortamı doğal yaşam ortamına çevrilecek. Hiçbir belediye ya da bakanlık böyle bir bütçeyi sağlayamayacağını herkes bilmesine rağmen idarecilerin kafasında kurduğu doğal yaşam ortamı ile bizlerin hayal ettiği kesinlikle çok farklı olacağından uygulama kabiliyeti olmayacak. Bu zavallılar suçları olmadığı halde demir kafes ardında ömür tüketmeye devam edecek. Belediyeler ve özel sermaye bu hayvanların gardiyanlığına gönüllü olarak soyunmalarına kimse ses çıkartmayacak. Zavallı bir ayının aslanın kaplanın maymunun sadece fiziki yapısı farklı olduğu için tutsaklıkta seyir söz konusu olmasını kabul eden bir zihniyet hayvanları koruma kanunumuz yeni değişti diye sevinmek bile ne kadar yalan bir dünyanın içinde olduğumuzu gösteriyor.

Deve Güreşleri bölge milletvekillerinin istememesi nedeniyle folklorik adı altında devam etmesi de yine bir kılıf bulma teşebbüsünden başka nasıl açıklanabilir ki ? Tabiiki oy kaygısı.

Belediye Tüzel Kişiliklerine haklı olarak ceza gelmemiştir ama bu işten asıl sorumlu olan belediye başkan yardımcıları ( başkanı temsil de ettiğinden ) bir cezai düzenleme açıkça verilebilirdi. Gelen düzenleme gerçekçi değil. Bu ülkede dipsiz göl olarak adlandırılan binlerce yıllık doğa oluşumu Gümüşhane’deki göl define var hülyası ile elbirliği ile kurutuldu. Birinci derecede sorumlu olan valiye bile soruşturma izni bakanlık tarafından verilmedi. Nerede kaldı da başkan yardımcısına hayvanlarla ilgili görevini yapmadı ihmal etti diye ceza verilecek ? Bu yönde bile bir yasal düzenleme yapılabilirdi. Tüm suç maalesef orada zaten başkanın memuru durumunda olan veteriner hekimlere yıkılmaya çalışılması da ayıptır.

 

Apartmanlarda sitelerde , "Yönetim Planına" aykırı olarak evde hayvan beslemekle ilgili Medeni Kanunda değişiklik yapılmıyor. Evinde tek kedi besleyen kişiye bile tahliye yolu ayni hak sahibi olduğu mülkiyeti üzerinde bile hala mümkün. Hiçbir zararı olmayan bir hayvanı komşular arasındaki doğan farklı husumetten dolayı tahliye davasına alet etmenin yolu kapatılmıyor. Lojmanlarda benzer sıkıntıyı yaşayanları yasa koyucu nedense görmek istemiyor

Faili belli olmayan olaylarda adli tıp ihtisas kurumlarının katili bulunması için dikkate alınmıyor. Bu durumda bir çok olay da fail delil çokluğu değerlendirilemediği için bulunamayacak , hayvana eziyet eden kasten öldürenin yanına kar kalacak. Cinayet bölgesinin konuşması dikkate alınmayacak . Halbuki adli tıp kurumunun bilim uzmanlığından mutlaka ve mutlaka yararlanılması hayvanları çoğu zaman kimin eziyet edip öldürdüğünün bulunması açısından önem arzeder. Yaşadığımız olayların yüzde 80’inde fail sırf bu nedenden bulunamadığı için ceza alamamakta.

Avcılık lobisi yine istediği gibi at koşturacak. İstediği zaman istediği vurma kararlarını elinde tuttuğu MAK 'a çıkartacak. 5199 sayılı yasadaki av hayvanları hiçbir     zaman koruma kapsamı dahilinde olmayacak.Yabancı ve yerli avcılar özel turizm izinleri ile zaten yangınlarla , imar izinleri ve yanlış belediyecilik uygulamaları ile bitmiş doğanın içinde az kalan hayvanları gençleştirmek sürüyü diri tutmak için kovboyculuk oynayacaklar. Bu şekilde bir hayvanları koruMA yasası  ve buna destek veren bizzat hayvanları koruması gereken bakanlık ile hangi tarafta olduğumuzu zaman zaman merak ediyoruz.

 

At yarışları ile ilgili hiçbir düzenleme yok. At yarışları onlara kötü davranılması hormon verilmesi kamçılanarak zorla koşturularak kumar oynatılması ve denetim sisteminin çalışmaması yine gözlerden ırak bambaşka bir dünyanın da iniltilerini bizlere hiçbir zaman ulaştırmayacak.

 

Ve canım koyunlar inekler keçiler ..Onları bunca kargaşada düşünen dile alan kimse olmadı. Onlar sanki canlı değil. Evcil hayvan statüsünde olmadığı için en sömürülen en acı çeken en fazla istismara uğrayanlar. Hep semerelerinden faydalanılan mal oldular. Bu satırların yazarı dışında meclis komisyon görüşmelerinde kimse acısız kesimi dahi dile getiremedi. Cesaret edemedi. Halbuki sosyalleşme bakımından , arkadaşlık bakımından bize en yakın hayvanlar inekler. Onlar da oyun oynayabiliyor seviniyor ağlıyor ve bizler kadar hissedip dokuz ay on gün hamilelik yaşıyorlar. Oysa onlara yaşattığımız kesimlerdeki vahşet acı zulüm olduğu sürece biz insanlar bu dünyada sanırım hiç rahat edemeyeceğiz. Gönül hiç yenmemelerini istiyor ama neden acısız kesim gibi bilimsel bir uygulama varken illa o kör bıçağı hele hemcinslerinin yanında boğazına dayamaktaki ısrarımız ve buna kayıtsız kalışımız...

 

Görüldüğü üzere o kadar çok menfaaat grubu bu yasanın hayvan dostlar lehine değişmemesi için uğraşıyor ve lobicilik yapıyorki özellikle iktidar partisi  cesaretli adımı ancak gaz alma çalışması gibi bizlere sunup geçiriyor. Fakat bunların hepsi de tarihe not olarak kaydediliyor.

Öte yandan bu kadarcık yasa değişikliği bile gerçekleşirse özellikle hayvanlardan sorumlu bakanlık çalışanlarına ekstradan yük geleceği onların da zaten fazladan görev istemediği , alıştıkları rutinden çıkmak istemedikleri de bilinen gerçek. Çünkü hayvanlardan doğadan dereden tepeden kuştan sorumlu bakanlık personeli maalesef hem gerniş çaplı hayvan hakları vizyonları  yok , hem de bizler kadar tutturuk şekilde bu davaya inanmıyorlar. Onun için yasanın değişmesi ya da yeni bilgi sahibi liyakat sahibi insanların da önünü kesmiş durumda oldukları açık.

metin, el yazısı, taslak, mektup, harf içeren bir resimAçıklama otomatik olarak oluşturuldu

 

YANIT 4:  Endüstriyel sanayi  tip hayvan üretimi

 

Dünyanın ekolojik sistemi üzerinde kaygısızca yaşayan yüz milyonlarca insan olduğunu biliyoruz. Acı olan da kayıtsız olan bu ana kitle.  Bu soru itibarıyla , beslenme ve hatta tüketim alışkanlıkları ile yazdıklarımın çok daha ciddiye alınmasını isterim. Bitkisel beslenmenin aslında dünyanın naçizane kurtuluşu olduğunu da bilmekte olan nadir insanlar aşağıda anlatacağım bilgiler nedeniyle de bu tercihi yapmaktalar. Paylaştığım bu bilgiler,  hafif tebessümlerle geçiştirilecek olduğunu bilsem de çok değil 40-50 yıla kalmadan bu sıkıntıları daha hissederek yaşayacağız ve bu defa da daha sıkı çözüm önerilerine gidileceğini de biliyorum. Örneğin, çiftlik hayvanlarına verilecek tahıl ve samanı üretmek için toprağa duyulan ihtiyaç dünya çapında ormansızlaşmayla sonuçlanmaktadır. Bir vejetaryenin bir yıllık gıdasını sağlamak için 673 m² toprak yeterken, et yiyen birinin bir yıllık gıdasını sağlamak için yaklaşık 13.150 m2 toprak gerekmektedir. Bu, bir birim toprağın et yiyenlerin 20 katı vejetaryeni besleyebileceği anlamına gelir. ABD’de büyükbaş hayvanlara her gün dünyadaki her insana iki somun ekmek sağlayacak kadar tahıl verilmektedir ki düşünüldüğünde bu son derece korkunç bir rakamdır.

 

Hayvancılık su ve enerji gibi muazzam miktarlarda başka kaynaklar da tüketmektedir. Tatlı suyun yüzde 90’ı büyükbaş hayvancılık dâhil tarımsal üretime gitmektedir. 1 kg sığır eti üretmek için 200 bin litrenin üzerinde su kullanılırken 1 kg tavuk eti için yaklaşık 3.500 litre su gerekir. Oysa 1 kg patates için 300 litre su yeterlidir.

 

Sığırlar, koyunlar ve keçiler mide gazları ve atıklarıyla her yıl atmosfere 80 milyon ton metan (sera gazı) saldıklarından hayvancılığın küresel ısınmada önemli bir payı bulunmaktadır.

 

Her yıl 760 milyon ton tahıl, açlığın olduğu bölgelere doğrudan ulaştırılması yerine, hayvan ve hayvansal gıda üretimi için ayrılmaktadır.

Bunun yanı sıra 1 litre süt elde etmek için 1 ton; 1 kg et üretmek içinse 16 ton su harcanırken, yaklaşık 1 milyar insan temiz su kaynağına ulaşamadan yaşamaktadır.

 

Et üretimi için gereken yüksek tahıl miktarının ormansızlaşmaya, doğal yaşam alanı kayıplarına ve türlerin azalmasına çok büyük etkisi vardır. Sadece Brezilya’da 22,4 milyon dönüme denk gelen alan, Avrupa’daki hayvanlara soya fasulyesi yetiştirmek için kullanılıyor. Bu durum da yoksul insanları kendileri için mahsul üretmek yerine hayvanları beslemek amacıyla, para kazanmak için mahsul üretmeye zorlayarak dünyamızı kötü beslenmeye itiyor. Ancak çok daha düşük miktarda mahsul ve su gerektiren bitkisel beslenme şekli, çevre üzerindeki etkimizi azaltmamız için en kolay ve en etkili yol hâline geliyor. Çok ilginçtir, kutuplarda açlıktan perişan durumda, bir deri bir kemik kalan bir kutup ayısının o hâlde bulunmasının nedeninin, oraya hiç gitmemiş olsa da Adana’da kebap yiyen bir kişi olduğunun ayırdına varmamız gerekiyor.

Milyonlarca ve milyonlarca insan gerek tat duygusu gerekse dinî ya da geleneksel alışkanlıklar nedeniyle dahi beslenme alışkanlıklarını değiştirmeyerek, aşırı ve gereksiz tüketime karşı olan kaygısızlığı ve umursamazlığı nedeniyle kendi yaşadığı dünyanın sonunu koşar adım getirmektedir, hem de gereksiz bir zulüm ve acıya neden olarak.

 

Zaten modern çağa gelene kadar dünya halklarının çoğunun bugün yediğinden çok çok daha az et yediği gerçeğini de kimse bilmez.

Tüm bunlar düşünüldüğünde corona virusun başlıca çıkış nedenlerinden birisi kitlesel hayvan üretimi  , yaban hayatına dahi insanların müdahelesi ve yaban hayatı ile çiftlik hayvanlarındaki aşırı müdahele ve üretime yönelik ısrarın insanlığın ve çevrenin sağlık sorunlarına sirayet etmesidir. İnsanlar doğayı ve hayvanları rahat bırakmayıp rant ve hırslarının sonucu kendi hatalarını görmeyip çevreye ve hayvanlara aşırı orandaki müdahelesi tüm dengeleri alt üst ettiği gerçeğidir.

Yanıt 5 : Kelimeler

 

Önemli hatalardan bir tanesi ise sahipsiz olarak sokaklarımızda gezen hayvanlarla ilgili sorunları çözmek için sokak hayvanları sorunu diye durumu tanımlamak. oysa bu bakış tamamıyla insan tarafından bakılan bir bakış açısı. onları sorun olarak görmeye çalıştığımızın bir göstergesi. Doğru tanım ise onların yanında olduğumuzu göstermek. Yani bu durumu bir sorun olarak görmemek. Aksine onların sorunu olduğunu anlatabilmemiz lazım. Yani "sokak hayvanlarının sorunu" diyebilmemiz ve bunu cesaretl olarak söylebilmemiz gerekiyor. Eğer onların sorunu olduğunu bunu kendimize bile anlatamazsak nasıl böyle bir vekaleti alır da çözmek için didiniriz. İki tanımlama arasında çok ama çok büyük bir fark var.

 

 YANIT 6: EV HAYVANLARININ TAHLİYESİ

 

Kimsenin sahip olduğu hayvan ihtarname ile ya da site veya apartman  olağan toplantsında alınan karar ile ya da belediye zabıtasının kararı ile ya da imza toplanarak TAHLİYE EDİLMESİ mümkün değildir. Tahliye edilecek hayvan için muhakkak mahkemeden karar alınması şarttır.  Hele bu tahliye işlemi için belediye  zabıtasının daha çabuk ve seri hareket etmesi nedeniyle kullanılmaya çalışması olayın traji komik boyutudur. Belediye zabıtası  ancak hijyen koşullarına uygun durum olup olmadığı için denetime gelebilme sınırına kadar yetkisi vardır. Aksi takdirde mahkeme kararı olmadan evinize girerlerse konut dokunulmazlığı suçunu bile işlemiş kabul edilebilir.  Onun görevi asgari temizlik  koşullarına aykırı bir durum varsa idari para cezası kesebilene kadardır, fakat tek başına adeta bir mahkeme imiş gibi tahliyeye karar veremez.

 

Uygulamada hayvan sahipleri kendilerini “mazlum ve çekingen “ olarak gördüklerinden ve hep suç işleyen potansiyel kişilermiş gibi bakıldıklarından  , bu tipten uyarılarla korkutulduğu da gözlemlenmektedir. Türk Medeni Yasasının  737. maddesi; taşınmaz maliki ya da kullananını, komşusuna zarar verecek her türlü davranışlardan kaçınmakla yükümlü tutulmuş ve komşular arasındaki bir takım çıkarları dengede tutabilmek için, her komşunun bazı davranışlardan kaçınma ve bazılarına katlanma ödevleri ile yükümlü tutmuştur. Aynı maddenin 2. fıkrası ile de, özellikle taşınmazın durumuna, niteliğine ve yerel örf ve adete göre, komşular arasında hoş görülebilecek dereceyi aşan gürültü veya sarsıntı yaparak rahatsızlık vermek yasaklanmıştır. Şunu kabul etmek gerekir ki bazı evlerde hayvan severler bu tolerans limitini zorlayarak 15-20 tane hatta daha fazla hayvan beslemekte kuralları zorlamaktadır. Bunun açıkçası sizin müziği sonuna kadar açıp dinlemenizden hiçbir farkı yoktur. Yani diğer komşular katlanma yükümü  belirli bir sınıra  kadardır.  Hayvan sahibi olarak bu sınırı aşmamanız beklenir.

Mahkemelere ev hayvanlarının tahliyesi için açılan davalarda adeta standarta dönüşmüş olan uygulama , tapudan apartman yönetim planının getirtilerek orada yasak hüküm olup olmasına göre değişmektedir. Apartmanda bulunan tüm kat malikleri  toplanıp hayvandan şikayet etmediklerini yazılı olarak beyan etseler ya da tanık olarak ifade verseler bile yıllar önce tapuya bir şekilde dercedilmiş apartman yönetim planının bu yasağını aşamamaktadırlar. Bir diğer değişle , apartman ya da site yönetim planında kimi durumlarda “kedi köpek tavuk keçi vs gibi hayvan beslenemez” ibarelerinin bulunması mahkemelerin bu kadar kolay tahliyeye karar vermelerine neden olmaktadır. Halbuki naçizane görüşüm mahkemelerin ve Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin doğrudan bu maddeye bakarak  karar vermelerinin vicdani ve hakkaniyete uygun olmadığıdır. Çünkü  orada belirtilen yasak maddesi ev ve süs hayvanı olmayan yabani ya da çiftlik hayvanları içindir. Düşününki evinde tavuk besleyenler, inek besleyenler hatta yabani hayvan besleyenler vardır. Bu maddeyi evinde kuş kedi akvaryum balığı besleyenlere kadar teşmil etmek isteyen ve bu nedenle komşusunu sırf bu “ yumuşak karnı “ nedeniyle tahliyeye zorlamak isteyenler kanunun arkasından dolanmaktadır. Dini inanışı nedeniyle ya da aşırı temizlik hastalığı olan kişi  hayvana karşı olduğunu söyleyemeyen kişi örneğin yıllar önce tapuya konulmuş bu yasak maddesini sevmediği komşusu önüne mahkemede delil olarak sunar , bu yasak maddesini kendi çıkarları için kullanmaktadır. Açıkçası kimse de yüzbinlerce dolar verip ev satın alırken tapudaki yönetim planını detaylı olarak inceleyip bakmaz. Çünkü ileride böyle bir maddenin koz olarak aleyhine kullanılacağını da öngöremez.  Mahkemeler de maalesef buradaki hayvan beslenemez yasağını çok geniş ve “sert” olarak yorumlamaktadır. Sesi soluğu çıkmayan bir felçli kedinin  , hiçbir komşuya rahatsızlık vermeyen köpeğin, astım hastalığına neden olduğu garanti bile olmayan bir kanaryanın evden tahliyesi  sadece bu yasak var diye bir tavuk , koyun , inek gibi çiftlik hayvanları ya da piton yılanı , timsah gibi yabanıl hayatta yaşaması gerekli bir hayvanlarla değerlendirilmesi mümkün müdür ? Yargıtay 18. Hukuk dairesinin 1991 yılında vermiş olduğu bir kararında hayvanlara o zamanki bakış açısını aynen şöyle dediğini burada da önemli olarak vurgulamamız gerekir.  “  Köpek, evcil bir hayvan olup günümüzde bir çok ailenin beslediği hayvanlardandır. O nedenle köpeğin bizatihi varlığının rahatsız edici bir unsur olarak kabulü mümkün değildir.  “ Az önce de belirttiğimiz üzere İstanbul gibi büyük bir metropolitan şehirde yaklaşık bir milyona yakın  ev hayvanı olduğu tahmin edilmektedir. Dünya ulusları da bir çok ev hayvanı ile beraber yaşamaktadır.  21.yy Türkiye’sinin hayvanlara bakış açısı artık 30-40 yıl öncesinin bakış açısı olamaz.  Apartman yönetim planındaki özellikle ev hayvanları için getirilen yasak hükümlerin bu kadar kesin olarak yorumlanmaması gerekir. Bu yasağın aslında bu kuralları ve  sınırları zorlayanlar ile çiftlik ve yabani hayvanlar için olduğu şeklinde yorumlanmalıdır. Bir diğer değişle , apartmanda çiftlik hayvanı besleyen ( tavuk – keçi inek vs ) gibi kişilere uygulanan yasak kapsamı bir çok kişinin beslediği kedi köpek kanarya ( hatta akvaryum balığı)  için yorumlanmaması gerekir. Hakkaniyete ve dürüstlük kurallarına aykırı bir durumun çıkmasına mahkeme ve Yargıtay aracı olmamalıdır.

 

Nitekim aynı görüşte olan değerli hukukçu Mustafa Reşit Karahasan’ın görüşlerini buraya almakta fayda görüyorum :
“Yönetim planına konan yasak hüküm ile MK md 661/II hükmünün örtüştüğü söz götürmez. Öyleyse yönetim planında hayvan beslemenin yasaklanması, başlı başlına hayvanın apartmandan atılmasının dayanağı yapılamaz. Böyle bir uyuşmazlıkta hakim, örneğin bağımsız bölümde beslenen köpeğin komşuları rahatsız edip etmediği, çevreyi kirletip kirletmediği konuları araştırmalı, soruşturma sonucu böyle bir durum olmadığı kanısına varırsa davayı reddetmelidir.”


“ Bu bilgilerin ışığında belirtelim ki, her ne kadar KMK md.28/II ile yönetim planının kat maliklerince nasıl değiştirilebileceği belirlenmiş ise de, iradeyi gösteren davranışlar ya da irade etkinliğinden biri ile , kat maliklerinin örtülü irade açığa vurması ile de hayvan beslenmesine ilişkin yönetim planında yer almış olan hükmün değiştirilmesine hiçbir engel yoktur.Kat maliklerinden birinin, örneğin köpek beslenmesinin sürekli olduğunu gören ve bilen öteki kat maliklerinin uzun sayılabilecek bir zaman diliminde, bu durumu bildikleri ve gördükleri halde buna karşı koymamış ( ses çıkarmamış , itiraz etmemiş) olmaları kısacası, bu tutumları örtülü (zımni) irade açığa vurmasıdır ki, böylece örneğin köpek beslemeyi onayladıkları, yönetim planının bununla ilgili hükmünün değiştirilmiş olduğu kabul edilmek gerekir. Üstelik yönetim planındaki yasağa karşın, uzunca sayılabilecek bir zaman diliminde ses çıkarmayan, durumu gören  ve bilen kat malikleri ( ki KMK md 28/III deki 4/5 ölçüyü bu olasılıkta da uygulanmalıdır) örneğin bağımsız bölümde köpek besleyen kat maliklerinde güven yaratmış olurlar ki, uzun bir süreden sonra, komşuluk hukuk sınırlarını aşmayan, rahatsızlık vermeyen, etrafı kirletmeyen bir hayvanın apartmandan atılmasını istemek , doğruluk ve güven kurallarına ( MK md 2 , KMK  md 18/I) tümüyle aykırıdır.Yine aynı şekilde ; “…şöyle ki , yasa koyucunun mantığında , hayvan beslenmesinin yasaklanacak bir davranış olmadığı yatar; gerçekte de bu yönden yasaklayıcı bir hükme yer verilmemiştir. Yönetim planın da bir hüküm yoksa , hayvan (özellikle de köpek) beslemenin rahatsız edici olup olmadığı konusunda, her somut olaydaki durum ve koşullara göre gerekirse bilirkişiden de rapor alarak , hakim , hakseverlik ve denkseverlik (M.K. md.4 ) kurallarının ışığın altında, hayvan sevgisinin kökleşmesine olanak da verecek biçimde uyuşmazlığa çözüm bulmalıdır. Önemle belirtelim ki, KMK  md 18/1 hükmünün uygulanmasında da gözetilmesi gereken MK md 661 çerçevesinde hayvan beslemeden daha yoğun kapsamlı rahatsızlık vermeden önce, bunun giderilmesi için somut önlemlerin bulunup bulunmadığı , bilirkişi kanalı ile soruşturulup varsa , eş değişle alınacak önlemlerle bu sakıncalar giderilebiliyor ise , işte bu durumda , hakim , gerekli önlemlerin alınarak sakıncaların giderilmesine karar vermekle yetinmektedir; bu bağlamda, eylemin tümden yasaklanması (uğraşın durdurulması, tümden engellenmesi) söz konusu olmamaktadır.Şimdiye kadar kökleşen yargıtay inançların bulduğu bu çözümün, hayvan besleme olayları içinde geçerli olduğunda duraksanamaz. O nedenle, hayvan komşuları rahatsız etmiyor, sahibi kat maliki, apartmanın kirletilmemesi için gerekeni yapıyor, önlemler alıyor, böylece temizliğin ihlal edilmesi gibi bir durum ortaya çıkmıyor ise, hayvanın beslenmesi yasaklanamaz.”“Şimdiye kadar yapılan açıklamaların ışığında belirtelim ki, salt yönetim planı ile hayvan beslemenin yasaklanması, hayvanın apartmandan atılmasına neden olamaz. Eğer hayvan komşuları rahatsız etmiyor, çevreyi de kirletmiyor ise , yönetim planında yasak hüküm var diye , dışarı atılamaz.”


Aslında durumun bu kadar net olduğu , yasa koyucunun asıl amacının hayvan sevgisinin , doğa sevgisinin yerleşmesinin tartışılmaz olduğu bir konuda yıllar önce iskan alınmak için standart olarak bir şekilde bulunup tapuya dercedilmiş , apartman yönetim planından yıllarca sonra bir yasak hüküm bulup çıkarıp kullanmanın da ne derece iyiniyet kuralları ile bağdaştığı tartışılır.Yıllarca hayvan besleyen kişiye icazet gösterip , daha sonradan komşuluk ilişkileri kötüye gittikten sonra dava açmak ve hayvanın tahliyesini istemek veyahut apartmanda yasak hüküm olmasına rağmen diğer komşulara dava açmayıp sadece birisinin üzerine gitmek de bu yönetim planının ne kadar kötüye kullanıldığının basit bir göstergesidir.Oysa yapılması gereken , özellikle TMK 737. maddesi uyarınca rahatsızlık unsurunun , komşular tarafından katlanabilme yükümlülüğünün bir bilirkişi heyetince tesbitini özellikle keşif yoluyla belirlenmesi gerekmektedir. Konusunda uzman bir veteriner hekim şikayet söz konusu olan hayvanın yaşadığı toplu alanda sesinin ya da tüylerinin sınırları zorlayacak derecede olup olmadığı , verilen eğitim komutlarını tam olarak algılayıp algılamadığı , insanlara zarar verecek agresif bir yapıda olup olmadığı , aşılarının düzenli olarak yapılıp yapılmadığı , bu kontroller sonucu hayvanın toplu yaşam alanları için bir zarar oluşturma olasılığının detaylı olarak incelemesi gerekir. Bilirkişinin  özellikle keşif ile tesbit edeceği bu durum hakimin vereceği karara destek teşkil etmelidir. Nasıl ki  apartman yönetim planında yasak OLMADIĞINDA , yasağın olmaması kimseye örneğin evinde keçi , inek , tavuk ya da kobra yılanı beslemesine izin vermez ise yani tolerans sınırı TMK 737 kapsamında değerlendirileme ise yahut yasak yok diye bu hayvanların bir apartman katında yaşamasına izin verilme ise , o takdirde yasak var diye de ev ve süs hayvanlarının tahliyesine doğrudan karar verilememesi gerekir. Yani yargıç her somut durumda mahallinde inceleme , keşif ve gerekiyorsa bilirkişiden görüş almalıdır.


Öte yandan , Yargıtay’ın çeşitli defalar onamış olduğu tahliye yönündeki kararlar özellikle 2006 yılında çıkmış 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunun uygulama yönetmeliğinin çıkmasından önce olduğunu hatırlatmak gerekir.
2006 yılında yürürlüğe giren ve Çevre Bakanlığı tarafından çıkarılan Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği ise DESİBEL KRİTERİ GETİRMİŞTİR.Bundan önceki hukuki uygulamalarda herhangi bir komşunun durup dururken şikayeti ya da apartman yönetim planları  kedi ve köpeklerin mahkeme kararıyla evden atılmasına yeter olurken 2006 yılında çıkan Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği uygulamada bir adım daha öne geçilmesini sağlaması gerekir. Hayvanın evden atılabilmesi için en azından gürültü sınırını aştığının ispatı gerekmektedir. Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan yönetmelik, evde yaşayan hayvanlarla ilgili apartman sakinleri arasında çıkan ve genellikle mahkeme kararıyla sahiplerinin ve hayvanların haksız yere evden atılmasıyla son bulabilen bu haksız davaların artık red olmasına neden olmalıdır.

Bu arada sayın hukukçulardan 12.04.2006 yılında çıkan yönetmeliğin özellikle 10. ve 12. maddelerine dikkat çekiyoruz.Hayvan sahiplerinin görev ve sorumlulukları
MADDE 10 – (1) Ev ve süs hayvanı veya kontrollü hayvanı bulunduranlar ile yeni hayvan sahiplenecekler;g) hayvan sahibi ya da hayvan muhafaza eden kurum ve kuruluş, sahibi bulunduğu hayvanın ses düzeyini kontrol altına almak üzere, söz konusu hayvan ya da hayvanların yaşama ortamına en yakın konutta bulunan bir yatak odası için ses basıncı düzeyi ve oturma odaları için de kabul edilebilir ses basıncı düzeyleri ile ilgili olarak 1/7/2005 tarihli ve 25862 sayılı resmi gazete’de yayımlanan çevresel gürültünün değerlendirilmesi ve yönetimi yönetmeliğindeki (2002/49/ec) değerleri sağlamakla, görevli ve sorumludur.Özellikle aynı yönetmeliğin 12. maddenin d fıkrası sahiplenilen hayvan terkini    yasaklamıştır. Ev ve Süs Hayvanı ve Kontrollü Hayvan Sahiplenilmesi ve Bulundurulması ev ve süs hayvanı ile kontrollü hayvan bulundurma ve sahiplenilmesi şartları MADDE 12 – (1) Ev ve süs hayvanı ile kontrollü hayvanı bulunduran veya yeni hayvan sahipleneceklerde aşağıdaki şartlar aranır:
d) sahiplenilen hayvanlar terk edilemez, ancak yeniden sahiplendirme yapılabilir ya da geçici hayvan bakımevlerine teslim edilebilir.

Uygulamada bilindiği üzere yönetici ya da apartman sakini, hayvan çevreye rahatsızlık vermese bile, hayvanları sevmedikleri için dava açabilmekte ve Yargıtay’ın yerleşmiş onama kararları doğrultusunda tahliye kararını çok rahat bir şekilde alabilmektedirler. Ancak , artık yönetmeliğin ilgili maddesi, şikayetçilere iddialarını ispatlama zorunluluğu getirdiğinin göz önünde bulundurulması gerekir. Yeni yönetmeliğe göre şikayet konusu olan ev hayvanının ses desibeli ölçülmesini ,eğer gürültü sınırı aşılmamışsa kedi ve köpekler sahipleriyle yaşamaya devam etmesi gerekmektedir. Şikayet haklı ve sınır aşılıyorsa ancak o zaman yargı yolu açılabilmelidir. Ya da söz konusu olan hayvanın tüyleri ise bilirkişiden bu tüylerin insanları rahatsız edip etmeyeceği yönünde rapor alınmalıdır.

 

Yargıtay 18. Hukuk dairesinin bir an önce bu konuyla ilgili içtihat çıkarıp , adeta standarta dönüşmüş “ apartman yönetim planına bak, yasak varsa tahliyeye karar ver” şeklindeki uygulamasından en azından clausula rebus sic stantibus ilkesi gereği zamanımıza uyarlaması gereklidir.

 

TÜRKİYE 2003/6168  Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi’nin Onaylanması Hakkında Karar sayılı uluslararası yasaya İMZA ATMIŞTIR.

. Bu yasanın 3. maddesi kimsenin ev hayvanını terk edemeyeceğini hüküm altına almıştır. Öte yandan bu yasanın bizi ilgilendiren teknik hukuki yanı 1982 Anayasamızın  90/son fıkrasına göre uluslararası sözleşmeler yasa hükmünde olduğu yönündeki ifadesidir. 1982 ANAYASASI MADDE 90/SON : “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile anayasa mahkemesine başvurulamaz”  Dolayısıyla bu yasaların  TBMM’mizden çıkmış yasalardan bir farkı yoktur. İç hukuk düzenlemeleridir. Ancak hukukçularımız nedense anayasanın 90. maddesini de uygulamada fazlaca dikkate almamaktadırlar. Hem bir yandan böyle uluslararası sözleşmeye devletimiz taraf olmakta , diğer yandan da gerçek kişilerce bunun aksi kararlaştırılmaya çalışılarak yasanın arkasından dolanılmak istenmektedir. Tüm dünya ev hayvanları ile doğa ile barışık bir şekilde yaşarken , sadece bir hayvanı husumet konusu üzerine çekmek düşündürücüdür.

 

 

TAHLİYE KARARI ÜZERİNE HAYVAN SAHİBİNİNİN KOZ OLARAK KULANDIĞI SİSTEM

Yukarıda tüm anlatılanlara rağmen , hayvanın tahliyesi sadece kendi şahsına beslenen husumet nedeniyle alınan bir tahliye kararı olduğunda ortaya çıkan durum adeta bir hukuk savaşına dönmekte , bu sefer hayvan sahibi olan kat maliki sulh hukuk mahkemesinde kendisine dava açmış olan kişi ya da apartman yönetimine karşı oturdukları ev için projeye aykırılık ve eski hale getirme davası açmaktadır. Yani , alınan bu tahliye kararı icraya konulmasın diye uygulamada durum öyle bir hale gelmiştirki , özellikle kaçak yapılaşmanın , projeye aykırı hareketlerin yoğunlaştığı kentlerimizde bu durum birdenbire tahliye davası açanların aleyhlerine kullanılır hale de geldiğini itiraf etmek gerekir. Hemen hemen her evin iç dekorasyonunda tadilat yapıldığı , kolonları kirişleri kesildiği , balkonların projeye aykırı olarak içeriye dahil edildiği nedeniyle bu sefer karşı dava açılmakta , hayvanların tahliyesi isteyenlere karşı “bumerang” gibi işleyiş tersine dönmekte, dava açana başka bir dosya ile karşı dava açılmaktadır! Mahkemeler aslında gereksiz bir hukuk savaşı içine sürüklenmekte , yasalar bu nedenle kullanılmakta ancak dava dilekçelerinde bu durum özellikle belirtilmemektedir. Olayın kanımca bu duruma gelmesindeki en büyük neden apartman yönetim planının sert uygulanmasından kaynaklanmaktadır. Bu husumetler o derece varmaktadır ki , kimi zaman tahliyeyi isteyen taraf o daireden taşınmış bile olsa icra kanalıyla muhakkak tahliyeyi uygulatmak için icra dairelerine başvurmaktadır.


Yanıt 7 : Vejetaryenlik/ veganlık?

 

Vejetaryenlik, hiçbir şekilde et yememektir. Vejetaryen etle karşılaştığı her yerde sıkıntı duyar ve o ortamdan uzaklaşmak ister. “Tavuk, hindi, piliç eti yerim ama kırmızı et yemem” ya da ”Ben çok az et yiyorum” demek de vejetaryenlik değildir.

     Bu sınıflandırmalar dâhilinde, sadece deniz ürünleri yiyenler, “pescovejetaryen” (pescateryen) olarak tanımlanır.  Fakat bir pescateryenin de yunus ya da balina eti yediğine de ( belki memeli hayvan olmasından dolayı ) tanık olmadığımı belirtmeliyim. Yani kendisine pescateryen diyen bir kişi de her türlü deniz hayvanını da tüketmiyor. Tüketimi deniz ürünü de olsa bir et obura göre çok daha  sınırlı

Her türlü et ve hayvansal ürünleri ( süt , tereyağı , peynir , ayran , yumurta , bal vs ) tamamen reddedip hiçbir şekilde tüketmeyenler ise, “vegan” olarak adlandırılır.

Vejetaryenlik felsefesi genel olarak şuna dayanır: Masamıza gelen köftenin, sosisin, sucuğun  bir zamanlar nefes alan bir canlıdan gelmesi gerçeğinin bilinmesi, bu gerçeği görmezden gelememe duygusu, mevcut dayatmacı sisteme karşı ise tam anlamıyla kişisel bazda bir direnme. Acıyla elde edilen bir ürünü reddetme.

Teknoloji ilerledikçe çiftlik hayvanları daha çok üremeye ve daha hızlı büyümeye zorlanırlar. Bu hayvanlar ayakta durmakta zorlanır, hareket etmekte güçlük çeker, hatta kesilene kadar doğururlar. Ancak gözlerimiz bu yaşananları görmediği ya da kalbimiz inanmak istemediği için tat duyumuz ve alışkanlıklarımız daha ağır basar. Günümüzde ABD’de üretilen tahılın büyük bölümünü insanlar değil, çiftlik hayvanları tüketmektedir. Üstelik, ne yazık ki, zengin ülkelerin ete yönelik talepleri, en yoksul ülkelerdeki insanlar için bitkisel ürünleri çok pahalı hâle getirir. Dünyada toklar doymaz , açlar değil !

Hayvan çiftliklerindeki, mezbahalardaki koşullar araştırılırken, sadece hijyen ve insan sağlığı boyutuyla ilgileniliriz; oysa, bu konuda hayvanların da taraf olduğunu itiraf etmemiz gerekir. Örneğin, hayvanlar öldürülmeden önce gerçek anlamda “korkar”. O esnada kalpleri daha hızlı atmaya başlar ve daha fazla kan pompalar. Korkmalarının altındaki neden, hayatta kalma içgüdüsüdür.[1]

Birçok kişi vejetaryenliği/veganlığı sağlıklı yaşam için de tercih eder hâldedir ki bunu şahsen hayvan hakları mücadelesinin bir parçası olarak görmediğimi tahmin edebilirsiniz. Bu yolu sağlıklı olmaktan öte etik ve vicdani olmasını kişinin sağlığından daha önde tuttuğumu belirtmem gerekir. Yani bu yolu kendi sağlığınızdan öte ineklerin, kuzuların sağlığı için, onların hakkı için, onlar adına direnme hakkını kullanmanız için seçmeniz gerekir.

Birçok mezbaha ve hayvan yetiştirme merkezi insanların gözü önünde olmadığı için insanlar örneğin tavuk çiftliklerinde çok standart olarak kullanılan “erkek ve dişi civciv ayıklayıcı“ makineleri bilmezler. Erkek civcivlerin tamamı ayıklandıktan sonra gazla öldürülür, hatta daha amatör işletmelerde doğar doğmaz sokaklara atılır. Çünkü onları beslemek işletmeci için ekstra maliyettir. Daha da vahimi, öldürülen bu erkek civcivler kız kardeşlerine yem olarak da verilir. Yaklaşık yedi haftada bir civciv kesime hazır hale getirilir . yani yediğimiz tavukların büyük kısmı daha bebektir.Sadece Türkiyede bir yılda kesilen tavuk sayısı 1 milyar 200 milyon , çiftlik hayvanı sayısı on milyon ayrı ayrı bir candır. Sokak hayvanları bu durumda eziyet bakımından onlardan çok sonraki sıralarda gelmektedir.

    Belki farketmemiş olabilirsiniz ama dünya üzerindeki insanların günlük olarak etkileşimde olduğu hayvanların %99 ‘u çiftlik hayvanlarıdır.

Kitlesel tüketim ve endüstriyelleşmiş gıda sektörüne karşı direnmek son derece zordur. Buna başkaldırıp direnç gösterebilecek uyanık tüketiciye  karşı da örneğin etlerin gülen inekler, kahkaha atan koyunlar, çayırda çimende mutlu gezen keçiler şeklinde sunulması ise tesadüf değildir. (Mutlu sömürü)

Tüm bunları anlattığınız ya da görüntülerini sunduğunuz zaman görmek, duymak istemeyen insan, sofrasına gelen bu farklı isimlerdeki lezzetleri düşünmeden, sorgulamadan midesindeki hayvan mezarlığına götürmede ise tereddüt yaşamıyor. Çünkü damak tadı akıldan daha öne çıkıyor.

Veganlar (bitkisel beslenme taraftarları)[2] ise vejetaryenlerden farklı olarak hayvanlardan elde edilen her türlü ürünü de yemeyi reddeden kesimdir. Vejetaryenlerin tutumundan ekstra olarak ayrıca süt, yumurta, bal, yoğurt, peynir dahi yemez, ayran içmez, herhangi bir yemeğin içinde bile bu ürünlerden varsa tüketmez. Buradaki temel karşı çıkışın sebebi, ise et ve hayvansal ürünlerin vahşetten ve şiddetten uzaklaştırılmış bir şekilde üretilemeyeceğinin düşünülmesi. Hayvanlardan ürün elde edilirken dahi haklı olarak onların acı çekebilen, duyguları olan canlı varlıklar olarak kabul ediyorlar. Bu sistemin ayakta kalabilmesi tüketicinin algısını ve tüketim alışkanlıklarını kontrol eden endüstrilere ve sistemi pekiştiren devletlere kadar uzanıyor.

Somut olarak tek bir örnek vermek gerekirse, veganlar yavru hayvanların ihtiyacı olan sütün özellikle endüstriyelleşmiş fabrika ortamlarında, seri bir şekilde onlardan alınıp bizlere verildiğini, hayvanların biz insanlar için devamlı gebe bırakılıp ürünlerinin biz insanlar için ellerinden alındığını düşünürler. Bu düşüncenin esası bir gerçeğe dayanır: Sağmal inekler sütlerinin kesilmemesi için tekrar tekrar gebe bırakılır. Bu işlem kimi ülkelerde, sınai çiftlik hayvan üretimine geçilen tesislerde genellikle, boğanın menisinin “tecavüz askısı” denen bir aygıtın üzerinde, elle döl yatağına konulmasıyla gerçekleştirilir. Veganların karşı duruş nedenlerinin başında bu gibi vahşi ürün elde etme yöntemleri yatar.

Belki bizim coğrafyaya çok yabancı gelebilir ama şu tespiti de burada anlatmak isterim. ABD’de hayvan özgürlüğü aktivizmine yönelik baskıcı tepkiler her geçen gün daha da yaygınlaşıyor. Eyaletler ise büyük endüstrileşmiş ziraat tesislerinde olup bitenleri fotoğraf video veya kaçak olarak havadan drone ile belgelemeyi yasa dışı hâle getiren yasaları ise birer birer meclislerinden geçiriyor. Hayvanların üretilirken hapsedildiği bu tesislerdeki yasaklamaların içeriği ise giderek genişliyor. Hayvan hakları aktivistleri görüntü alabilmek için bu tür tesislerde işe giriyorlar. Bu yasalar artık bu niyetle iş arıyormuş gibi yapmayı bile yasaklıyor.

Deha olarak kabul edilen Einstein, Leonardo Da Vinci, Galileo, Edison, Tolstoy, Newton, Bernard Shaw , Pisagor , Rousseau , Voltaire gibi dünya tarihinde çok önemli roller üstlenen birçok kişi et yemeyen, buna karşı çıkan insan grubundandır. Bu kişiler vejetaryen bir hayatı tercih etmişler, söylemleri ile bu fikri desteklemişlerdir.

İnsanoğlu yaptığı zulmün tüm canlıları kaplamasıyla dört ayaklı hayvanların kralıdır. Başka canlıların ölümü sayesinde yaşıyoruz. Genç yaşımdan beri et yememeye söz verdim. Zaman gelecek, hayvanları öldüren kişiler insanları da öldürmeye başlayacaktır.”
Leonardo da Vinci

Bu çok korkunç! İnsanoğlu sadece hayvanların acılarıyla ve ölümüyle değil, "yaşayan tüm yaratıklara karşı sempati ve acıma duygusu duyma" gibi yüksek ruhsal hislere erişebilecekleri yerde et ile beslenmekte ve şiddet kullanarak vahşileşmektedir.

Leo Tolstoy

Biz kendimiz katledilmiş hayvanların yaşayan gömüleriyken yeryüzünde ideal koşulları yaratmayı nasıl bekliyoruz? Hayvanlar benim arkadaşlarımdır ve ben arkadaşlarımı yemem. İnsanlar bana nasıl bu kadar genç göründüğümü soruyorlar. Oysa yaşlı gösteren kendileri. Leş yiyenlerden ne beklenebilirdi ki! “

George Bernard Shaw

Vejetaryenim, çünkü bu gerçekten çok iyi bir fikir. Hem sağlıklı hem de acıma duygularıyla alakası var; küçücük hayvanların öldürülmesine karşı duyulan acıma duygusu. Eğer mezbahaların duvarları camdan olsaydı herkes vejetaryen olurdu...

Paul Mc Cartney

İnsanlar, diğer varlıkların acımasız yok edicisi olduğu sürece, hayvanları öldürüp yedikçe birbirlerini öldürecekler; dünya üzerinde cinayet, kan dökme ve savaşlar kalkmayacaktır.

Pisagor

İnsan sağlığına ve dünyada hayatın devamı ihtimalinin yükselmesine hiçbir şey vejetaryen beslenmenin ilerlemesinden daha fazla katkıda bulunamaz.

Albert Einstein

Ya konuşabilselerdi, acaba onları yiyebilir miydik? Hiç durmadan kadavrayla beslenmekten daha iğrenç ne olabilir ? Tanrının hayvanlara bütün duyu organlarını verip hiçbir duygu vermediğini savunmak bariz çelişkidir.

Voltaire

 

Dünya tarihinde bu kadar etkin rol oynamış deha düzeyinde, yaratıcılıkları had safhada olan kişilerin vejetaryen olmalarını tesadüfe bağlamak haksızlık olurdu. Aksine, hiçbirinin midesinde, tabiri caizse, bir “hayvan mezarlığı” istemediğine kanaat getirmek sanki daha mantıklı.

Tüketim mekanizmasının sizi bu yönde düşünmemeniz için vahşi dünyayı sunma şekline de dikkatinizi çekmek isterim. Örneğin , insanlar genelde inek değil de, dana kuşbaşı veya koyun yerine kuzu gerdan yemeyi tercih ederler. Çünkü yaşlı hayvanın eti lezzetli olmaz ama bir annenin yavrusu daha lezzetlidir[6]. Damak tadını böyle tespit etmiş olan insanoğlu, belki bu hayvanların da annelik duygularının var olduğunun, bir hayvanın yanından yavrusunu alıp onu kesip yemenin gasp olduğunun bir düzeyde farkında olduğundan olsa gerek, bütün dillerde “et” ile “hayvan” kelimesi birbirinden farklıdır. Sonuçta, insanoğlu kendini kandırır ve “Et yiyorum” der, ama asla “Hayvan yiyorum” demez... İnsanoğlu, hayvanı yiyebileceği bir şey olarak görebilmek için yaptığı bu dil oyununun (yenen, düpedüz hayvan leşidir) hayatının başka birçok alanında olduğunu sorgulamaz ve alışageldiği gibi yaşar; “Doğanın kanunu böyle.” deyip geçer. Oysa, bu kanun etobur hayvanlar içindir ve o da onların ihtiyaçları oranında geçerlidir. Doğada tok bir aslan ya da kaplanın bir ceylana saldırdığını göremeyiz.

Evet, depolamak ve ihtiyaçtan fazlasını tüketmeye çalışmak da yine biz insanoğlunun en büyük günahlarından biridir.

Bugün itibarıyla 8 milyarlık dünya nüfusunun yüzde 8'inin pescateryen/vejetaryen/vegan olduğu tahmin edilmektedir. 20. yy. itibarıyla ivme kazanan bu hareketin bu kadar yüksek oranda sempatizanının olması ve giderek daha da artan oranda kişi tarafından tercih edilmesi, üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken bir konudur.

 

Yanıt 7 Devam :  Bitkiler de canlı değil mi? Onları da yemeyelim mi?

 

Bu soru özellikle kendi içinde sürekli tezat yaşayan ama araştırmaya, okumaya üşenip tat duygusunun merhamet duygusuna daha ağır bastığı kişilerce sıklıkla sorulur.Genelde de karşımıza bilimsel bir veri bulmuş gibi ve milyonlarca insanın sanki daha önceden düşünmemiş olduğu farklı bir soru ile geldiklerini sanırlar.

“Bitkiler de acı çekiyormuş!”,

“Bilimsel deneyler bitkilerin acıya tepki gösterdiklerini kanıtladı ! ” gibi.

Amacı tamamıyla bitkisel beslenenlerle alay etmek olduğu belli olan bu soruların yanıtları sanki hiç daha önce düşünülmemiş üzerine sanki hiç kimse kafa yormamış ya da bu soruyu ilk defa kendileri soruyormuş gibi soran insanların zaten hiç araştırma yapmadıkları vereceğiniz yanıt ile de zaten tatmin olmayacakları sorunun içindeki önyargıdan bellidir. Bundan sonra da bu gibi sorular maalesef bu kişilerin içinde bulundukları bilgisiz ve acınası durumu da gözler önüne sermektedir.

Bitkiler, hayvanlar ve insanların aksine duyusal canlılardır. Fotosentez yapan bir bitkinin kendini güneşe çevirmesi bir istem sonucu  gerçekleşmez. Yani bitki, güneş ışığının verdiği sıcaklıkla rahatlayıp gevşeyecek, güneşin tadını çıkaracak gelişmiş bir sinir sistemine sahip değildir. Biz insanlar ya da hayvanlar gibi gelişmiş merkezi sinir sistemleri olmadığı için acı da duymazlar. Merkezi sinir sistemi olmadığı için de örneğin bir ağaç bıçağı ya da testere yanına yaklaştığında korku, acı, dehşet duyma gibi biyolojik, fizyolojik bir yapıları yoktur. Ama bir kuzu ya da dana bıçağı gördüğü zaman kalp atışları hızlanır.

Kısacası bitkiler acıyı algılamazlar. Bunun için hayvan ve insanlarda olduğu gibi gelişmiş bir bedene ihtiyaç vardır. Sadece ABD’de saniyede 260 hayvan etinden faydalanılmak için öldürülüyor. Görmek ve duymak istemediğimiz bu hayvanlar tüyler ürpertici şartlarda yetiştiriliyor, acıları dindirilmeksizin çeşitli biçimlerde sakatlanıyor, sıkıştıkları pislik içindeki konteynerlerde uzak mesafelere taşınıyor ve sonunda mezbahaların duymak bile istemediğimiz iç kaldırıcı kokusu, gürültüsü arasında, hatta birbirlerinin gözü önünde, kalpleri korkudan yüksek derecede kan pompalarken öldürülüyor. Tüm bu somut gerçeklere rağmen tat duygusunu bastırmak isteyenlerin kaçamak yapmış olduğu, kendi vicdanını rahatlatacağı maydonuzun hakkını merak edenlerin sorusu zaten anlamsız kalmış oluyor.

Bir zamanlar nefes alan, yavrusunu koklayan, annesinin peşinden gezen çoğu hayvan kaçma, korkma dürtüsüne sahip. Hatta sinir sistemleri en az bizim kadar gelişmiş olduğu için acı çekiyorlar. Bugün onları süt, yumurta ve et fabrikasına getirdik. Tavukların çoğu gün ışığı görmeden, inekler ise dokuz ay on gün yaşamaları gereken gebeliği insanlara daha çok yavru versinler diye hormonal ilaçlarla daha kısa sürede yaşamak zorundalar.

Bazı bilim insanlarının et tüketimini teşvik edici söylemleri de sizi çelişkiye düşürebilir. Ama düşününki yine bilim insanı sıfatını taşıyan nice  akademisyenin yunus parklarına ya da sağlık açısından ne kadar önemli olduğunu hayvanat bahçelerine gidilmesinin sevgiyi anlamak açısından anlatan broşürleri , reklamasyon cümleleri , renkli afişleri kitapları da bulunuyor. Yani sektör kendi bilim insanını da kullanmak istediği sektöre göre finanse ediyor ya da bir şekilde onları buluyor.

 

 

Yanıt 8 :  "Hayvan refahı" derken, aynı zamanda "hayvan hakkı" da diyor muyuz?

     Hayvan refahında hayvan kullanımı hayvanlara eziyet oluşturmadığı ama hayvanlar insana hizmet ettiği sürece sorun yoktur, bu durumda hayvan refahı ön plandadır. Hayvan refahı  hayvanların sürdürdüğü yaşam kalitesini yansıtan bir tanımlama olup, hayvanın zihinsel ve fiziksel sağlık durumunu, mutluluğunu ve uzun yaşam gibi özelliklerini içermektedir  Evrensel Hayvan Hakları Beyannamesi” vb. metinlerle ilgili bir kavramsal yanıltıma da söz konusudur. Beyannamede geçen ifade refah (welfare) kavramıdır ancak hak olarak başlığa alınmıştır. Bu kavram hak (right) kavramından ayrı bir anlayışı ifade eder. Hayvan çalışmaları literatüründe hayvan hakları ve hayvan refahı iki ayrı yaklaşımı ifade eder. Hayvan hakları savunucuları, hayvanların her türlü kullanımlarına karşıdırlar ve hayvanların da insanlar gibi başkalarının yararına feda edilemeyecek haklara sahip olduklarını, bu hakların da hem ahlaki hem de hukuki açıdan korunması gerektiğini vurgularlar. Hayvan hakları, hayvanların insanlar gibi vazgeçilmez çıkarları olduğu anlamına gelir. Oysa hak savunuculuğu, kendine özgü ve beraberinde pek çok fedakârlık ve sorumluluğu da gerektiren bir yaşam seçimidir. Hayvan hakkını savunanlar hayvanların (kendi türleri de dâhil) herhangi bir tür yararına kullanılmasını kesinlikle reddeder.

   Hayvan hakları savunucuları, hayvanların her türlü kullanımına karşı oldukları gibi hayvanların da insanlar gibi başkalarının yararına feda edilemeyecek haklara sahip olduklarını, bu hakların da hem ahlaki hem de hukuki açıdan korunması gerektiğini vurgularlar. Hayvan hakları, hayvanların insanlar gibi vazgeçilmez çıkarları olduğu anlamına gelir. Hayvan refahı ise hayvanların sürdürdüğü yaşam kalitesini yansıtan bir tanımlama olup, hayvanın zihinsel ve fiziksel sağlık durumunu, mutluluğunu ve uzun yaşam gibi özelliklerini içermektedir. Hayvan hakları hayvan refahını da kapsar ama her hayvan refahı hareketi hayvan hakkı olmayabilir.

     Örneğin , at yarışları konusunda; yarışlardan rahatsız oluyor ama yarıştırılan hayvanların iyi bakıldığı inancıyla buna karşı çıkmıyorsanız, ,yunus parklarına gidip alkış tutuyor ama diğer yandan onların özgür kalırlarsa zaten doğada beslenemeyeceğini düşünüyorsanız hayvan refahını hayvan hakkından daha önde tutuyorsunuz anlamına gelir. Ya da eğer kesim hayvanlarının acı çekmesine üzülüyor, ticari taşınmalarının daha konforlu kamyonlarla yapılmasını istiyor ama et yemeye devam ediyorsanız hayvan hakkı savunucusu değil, hayvan refahına inananlardansınız demektir. Aynı şekilde kesim hayvanına kesilene kadar iyi bakılması onun sağlığını korumak veteriner hizmetlerini en iyi şekilde vermek hayvan hakkı değil hayvan refahı ile ilgili bir durum tesbitidir.

  Dünyada hayvanlarla ilgili birçok yasanın da adı dikkat edilirse bizim yasamız da dâhil olmak üzere hayvan hakları üzerine değil, hayvan refahı üzerine kurgulanmıştır. Onların iyiliği içinmiş gibi yapılan birçok düzenleme biz insanların onlar için duyduğu psikolojik acıyı gidermeye yöneliktir. Hayvanların hakkının savunulması neredeyse birçok yasada yoktur. Kaldı ki hayvan refahını amaçlasa da birçok mevzuat hayvanların çektiği acıyı ve zulmü önlemekten uzaktır.

    Siz de düşünerek kendi hayatınızda hayvan refahı mı yoksa hayvan hakları mı ya da ikisinin karması bir duruşta mı olduğunuzu anlayabilirsiniz.

    Zaman zaman iki kavram güncel hayatımızda karma bir duruma girebilir ve biz kendimizin hangi tarafta olduğunu anlayamayabiliriz. Hayvan refahını savunanlar genelde kedi ve köpeklerle ilgili duyarlıklıkları çok fazla iken bir tavuğu midemizdeki hayvan mezarlığına indirmekte tereddüt etmezler. Fabrikasyon tavuk üretimi yerine gezen tavuğu tercih etseler de sonunda tat duyularından ödün vermeyenleri de kısmen de olsa kazanmak için onları en azından hayvan refahı taraftarı olmaya çekmeye çalışırlar.

    Dolayısıyla hak savunuculuğu , refah savunuculuğuna nazaran kendi içinde daha az çelişki barındırır. Refah savunuculuğu içinde bulunanlar sürekli olarak hem kendileri ile hem de kendilerine gelen sorular karşısında çelişkilere düşebilirler. Ama karşı koyulamaz sömürü karşısında sömürünün hafifletilerek ( acının azaltılması , yaşam alanlarının genişletilmesi gibi , taşıma sistemlerinin daha konforlu olması gibi) en azından hayvanlara karşı iflah olmayan zulümdar kesimi ikna edebileceğini böylece hayvanların göreceli olarak daha az işkenceye tabi olacağını düşünürler.

Konuyu daha iyi anlamak için Türkiye'de popüler bir gazetecinin  , günlük bir gazetede çıkan yazısındaki şu cümleleri analiz ederseniz hayvanların hakkından çok, insana hizmet eden hayvan refahını övdüğünü anlayacaksınız :

“…Bir hayvan sever olarak, hayvan sevgimi, evimizde, bahçemizde yaşayan hayvanlarla aldım çocukluğumda. Hayvanat Bahçelerinde, akvaryumlarda geliştirdim, gençliğimde. Giderek sirklerde ve su şovlarında aşka dönüştürdüm.
Şu anda evim ve bahçem, minik bir hayvanat bahçesi.. Kediler, kuşlar, balıklar.. Hatta kirpiler ve salyangozlar. Onlara da dokunulması, zehir atılması yasaktır. Kirpi Tahsin ve ailesi, bahçemdeki sekiz kedi ile ayni mama tabaklarını kullanır, birlikte yerler.Dünyada gördüğüm en güzel su şovlarından biri Amerika 
SeaWorld'deydi… “

 

 

Yanıt 9 : İstanbul’da ilk köpek toplama harekâtı nasıl  başlamış, devamı nasıl gelmiştir?

 

Köpeklerin İstanbul’a, Türklerle geldiği kabul edilir. Bizans’ta ise kedi hâkimiyeti olduğuna inanılır. Öyle ki, 18. yüzyıl sonuna kadar köpekler İstanbulluların kafasında “Köpekler bu şehirden giderse, Türkler de gider!” inanışının yerleşmesine yol açmış, İstanbul’un yaşayan simgeleri olarak kabul edilmişlerdir. Eski İstanbul kartpostallarındaki köpekli fotoğrafların fazlalığı da buna kanıt olarak gösterilir.

İstanbul'u köpeklerden temizlenmesi (!) uygulaması ilk olarak Sultan I. Ahmed döneminde (1611-1614) O’nun hem damadı hem de sadrazımı olan Nasuh Paşa tarafından öne çıkarılır. İmparatorluğun onca sorunu dururken Nasuh Paşa şehir içindeki köpekleri gemiye bindirip şehrin karşı yakasındaki Üsküdar’a ve Adalara gönderilmesini kayınpederi padişahtan ferman alarak ,  talimatını verir. Köpeklerin yüzlercesi boğazın sularına daha karşıya geçerken kayıklardan düşer ve boğularak ölür . Nasuh Paşa’nın diğer uygunsuz davranışları ile bu durum da birleşince ve ahalinin de şikayeti padişaha kadar ulaşınca , I. Ahmed, Paşa’nın katline karar verecek ve bu durum halk arasında köpeklere yapmış olduğu gaddarlığın ahı olarak yıllarca söylene gelecektir.[1] 

Köpeklerin kent hayatından uzaklaştırılması II. Mahmut'la yeninden başlar (1808-1839). Modernleşmenin getirdiği biçimci uygulamalardan sokak köpekleri de nasibini alacaktır. İstanbul'un köpeklerini sokaklar yaratmıştı, ama bu sokaklar Tanzimat'tan sonra Doğu'nun sefaletini sergileyen tarihsel sahnelerden biriydi. Sokakların bu kirli imgelerden arındırılması ile ülke Batılılaşacak ve yaşadığı bunalımlardan kurtulacaktı. Taklitçi modernleşmenin en acı faturasını bu gariban, suçsuz hayvanlar ödeyecekti. Hâlbuki, batıdan farklı olarak onlar sokak köpeği değil sokağın mahallenin köpekleridir. Onlar , insana sadık ,melez kendine has bir türü olan hala bugün sokaklarımızda gördüğümüz türde, cins olmayan sokağımızın hayvanlarıdır. Ev içinde yokturlar belki ama sevap kazanma ve acıma duyusu da olsa gerek halk tarafından sokaklarda da olsa bakılıp kollanırlar. Hatta sokakların doğal çöpçüleridir. Halkın çoğu bakma ve gözetilmeyi kendine görev edinmiştir. Fakat "batıda sokaklarda köpek yoktur bizde de olmamalıdır" düşüncesi bunu daha sonradan bir olayla fırsata çevirecektir. Savaşlarda kaybedilen toprakların ancak batı gibi olmakla sona ereceğini bunun için de batıyı her konuda şekli olarak taklit etmek olarak algılayan tanzimat kafasının faturası bu zavallılara da çıkarılacaktır. Çünkü doğu geridir , sokaktaki köpek de gericiliğin bir yansımasıdır.

Birgün bir  İngiliz diplomatın başının belaya girmesi ile bizim idarecilerin eline fırsat geçer.  Galata’da gece yarısı bastonuyla köpeklerden korunmak isteyen sarhoş bir İngiliz, köpeklerin hücumuna uğrar ve kaçarken yüksek bir duvardan düşüp ölür. İngiliz hükûmeti, Osmanlı’ya ültimatom verir. Sultan II. Mahmut da kararını açıklar.

“Sokak köpekleri tez elden toplana, teknelere konula ve Sivriada’ya bırakıla...! ”

Operasyon başlar. Halk büyük tepki gösterir. Direniş karşısında  II. Mahmut kararını geri alır.

İkinci büyük köpek toplama harekâtı, Sultan Abdülaziz devrinde yaşanır. Köpekler toplanır, teknelere konup Hayırsız Ada (Sivriada)’ya bırakılır. Bu operasyonla eş zamanlı olarak 1865 Eylülünde büyük İstanbul yangınlarından biri başlar! Beyazıt’tan Gedikpaşa’ya kadar evler, konaklar kömür olur. Halk, felaketin gerekçesini anında bulur!

“Köpekleri topladınız, Allah da cezanızı verdi! Köpekler olsaydı önceden haber verirlerdi.”

Tekneler yeniden Hayırsız Ada’ya gider, köpekleri yükleyip İstanbul’a geri getirirler.

Padişah II. Abdülhamit dönemindeyse, İstanbul köpekleri en rahat dönemlerini yaşarlar. Köpeklerle değil, o dönemin en belalı hastalıklarından kuduzla uğraşan Abdülhamit, Fransa’daki Pasteur Enstitüsüne heyet göndererek 10 bin altın bağışlar ve dünyadaki üçüncü kuduz enstitüsünün İstanbul’da kurulmasını sağlar.

Abdülhamit’in 1908’de devrilmesiyle sokak köpekleri de maalesef yeni rejimin hışmına uğrar. Talat Paşa’nın dâhiliye nazırı olarak görev yaptığı 1910’da, İstanbul’un tarihindeki en büyük köpek itlaf kampanyası başlatılır. Köpek toplama ekipleri, özel dev kerpetenlerle hayvanları neresinden yakalarlarsa orasından tutup, yine özel köpek toplama arabaları aracılığıyla sahil semti Tophane’ye getirirler. Oradan Sivriada (Hayırsız Ada)’ya bu defa kesin olarak sürgün edilen köpekler, bir daha geri dönemeyeceklerdir.

 

Bu dönemde İstanbul’a gelen Sem isimli bir Fransız çizer, Hayırsız Ada’ya gidip köpeklerin durumuna şahit olur ve “Köpekler Adası” başlıklı yazısını Fransa’da Le Jurnal adlı dergide yayımlar. Bu dram, Serveti Fünun dergisinde “Karabatak” takma adlı bir yazarın kaleminden ve onun fotoğraflarından Türk basınına da yansıtılır.Ancak o yıllarda halktaki köpek sevgisi yüzünden sürgün köpeklere her gün sandalla yiyecek gönderilir ve başlarına da iki personel atanır.

İstanbul’daki köpek katliamı ile ilgili en çarpıcı açık­lamayı Pierre Loti yapar ve şöyle der: “Bu ülkeye II. Mehmet’in ordularının ardından gelen köpekler dört, beş asır­lık sadakatten sonra kimseyi hiçbir zaman ısırmamış olmalarına rağmen katliamların en iğrencine mahkum edildiklerini görmüşlerdir.”

 “En büyük köpek katliamcısı” ve İstanbul’un en ünlü belediye başkanlarından 1912'de göreve atanan Dr.Cemil Topuzlu anılarında 30 bin köpek öldürdüğünü iftiharla söyler.

1912 sürgünlerinin kahramanının(!) adı, daha sonradan İstanbul’un bugün bile hâlâ kullanılan önemli ve lüks caddelerinden birine de verilecektir. Cemil Topuzlu !

 

 

3 Haziran 1910 'de dönemin Belediye Başkanı Suphi Beysoyundu’nun talimatıyla on binlerce köpek İstanbul sokaklarından toplanarak kafeslere koyulur ve daha sonradan adı Hayırsız Ada olarak anılacak Sivriada’ya sürgüne gönderilir

 

Bu, Türkiye tarihindeki en büyük, en acımasız, en işkenceli toplu köpek itlafı olacaktır. O günkü İstanbul'un Anadolu Yakası'nda bugünkü gibi yoğun yerleşim olmadığı gibi ana nufusun olduğu yer ağırlıklı olarak Avrupa Yakası'nda olduğundan toplanan köpekler de Suriçi ve Beyoğlu bölgesinden olsa gerekir.  O yüzden belediyeden çıkan emir üzerine köpek toplama ekipleri tarafından özel dev kerpetenlerle hayvanları neresinden yakalarlarsa orasından tutar, yine özel köpek toplama arabaları aracılığıyla sahil semti Tophane’ye getirirler. Oradan da Hayırsız Ada’ya iki ay boyunca sürgün aşaması başlar. Daha önceki sürgünlerden farklı olarak köpekler adaya bu sefer kesin gidiş yapar ve bir daha geri dönmezler. Orada açlık ve susuzluğa terk edilip unutulurlar.

Oysa bu masum bakışlılar 1910’a kadar İstanbul’da kendi sokaklarında bakılarak bizimle öyle ya da böyle -ev içine dâhil olmamışlardı ama- beraber yaşamaktaydılar. Dönemin birçok kartpostalında onların doğrudan objektif için poz verdiği anlara dahi tanıklık edebilirsiniz.

Aynı yıllarda Avrupa’da ise parfüm/kimya sanayisi için katliamlar çoktan başlamış, sokaklarda tek köpek kalmamıştır. Fransızların fırsatı değerlendirip bizim idarecilere bir öneri getirdiğini de bu yıllarda görüyoruz : “İstanbul’un sokak köpeklerini toplayıp bize satın.” Fransa ile anlaşma imzalanır. Ancak halk köpekleri vermez, direnir. Her köpek kendi sokağının bir sakini gibidir. Halktan destek gelmeyince bu işler paraya muhtaç olan insanlara, haydutlara, serserilere , işsiz güçsüzlere havale edilir. Toplama sürerken halk isyan eder, gemiyle Fransa’ya gönderilmek üzere sahil semti Tophane’de bekletilen binlerce köpeği bir baskın yaparak kurtarır. Ancak hükûmet bir kez Fransa ile anlaşma yapmıştır ve bu işten vazgeçmesi mümkün değildir. Daha kapsamlı, daha organize bir toplama işi başlatılır. Kısa sürede İstanbul sokaklarından yaklaşık 80 bin köpek toplanır ve Tophane’de bekletilir. Halkın bir kez daha hayvanları kurtarmaması için başlarına asker dikilir.

 

 

Fakat Fransa’dan bir türlü yükleme talimatı gelmez. Köpeklerin beslenmesi ve bakımı sorun olmaya başlar. Fransa’dan yanıt gelmeyince hükûmet köpeklerin fiyatını indirir, sonra bedavaya vermeye bile razı olur ama Fransa’dan çıt çıkmaz. Köpekleri artık Tophane’de bekletme olanağı yoktur. Fransa daha sonradan bu anlaşmayı fesih ettiğini, köpekleri almayacağını bildir. Kentten uzak bir yer, Marmara Denizi'nde bulunan bugünkü Sivriada seçilir. Yaklaşık 80 bin gariban köpek Sivriada’ya teknelerle 3 Haziran 1910 itibarıyla nakledilir.

   Hayvanlar her ne kadar adada bırakılsa da merhamet ağır basar ve hayvanlara günde iki kere su ve ekmek götürmek için kayıkçılar görevlendirilir. Ancak birkaç yıl sonra çıkan Balkan Savaşı nedeniyle bütçe kesintisi yapılacak, güneşin altında aç ve susuz kalan hayvanlar birbirlerini yemek zorunda kalacaktır.

  İstanbul’da rüzgârın Kadıköy-Bostancı sahiline doğru estiği zamanlarda köpek ulumalarının kentten duyulduğunu biliyoruz. Durum basının da ilgisini çekince Servet-i Fünun muhabiri herkesin bildiği o meşhur fotoğrafı Karabatak imzasıyla yayınladığı haberinde adadaki korkunç koku ve sinek istilası ile yayınlar. Muhabirin bahsettiği en ilginç kısım ise: “Adanın kayalık tepesinde sıralanmış ve hepsinin kafaları İstanbul yönüne çevrilmiş, kıpırdamadan sürekli o tarafa bakan köpeklerin görüntüsü!” dür.

   Dile kolay yüzlerce değil , on binlerce köpek 1910'lu yıllarda açlıktan ve susuzluktan bu ıssız adada can verir. Zavallıcıkların acı çığlıkları Anadolu Yakası sahillerinden duyulur, sabaha kadar dinmez.15 Ölümler başlayınca, 2-3 yıl boyunca tüm Anadolu sahili kokudan yaşanmaz hâle gelmekte gecikmez. İstanbul halkı bu suçtan dolayı çok üzgün, çok çaresiz kalır. Pek çokları sahildeki evlerini kapatır. Zavallı masum köpeklere dokunmanın büyük bir lanete yol açacağı düşünülür. Sonunda o lanet 1912 yılında deprem olarak gelir. Büyük deprem köpeklerin ahına, günahına bağlandı. Sivri Ada'nın adı da o günden sonra Hayırsız Ada olur . 

  Köpeklerin Türklerle beraber İstanbul'a geldiğinden yukarıda bahsetmiştik. İşin ilginç yanı bu köpekler şehirden ancak giderse Türkler de şehirden gider özdeyişi gerçek olur ve köpeklerin gitmesi ile hemen sonraki yıllarda İstanbul yabancı güçlerin işgali altına girecektir.

   Bu olaydan sonra adı daha sonradan Hayırsızada'ya  dönüşecek olan Sivriada, Marmara Denizi üzerindeki Istanbul'un turistik adaların (Sedefadası -Büyükada - Heybeliada - Burgazada- Kınalıada sırasının) hemen güneybatı yönünde, İmralı Adası'na komşu, bugün ise üzerinde kimsenin yaşamadığı,  doğru dürüst ağaç bile olmayan, martılardan başka misafiri bulunmayan küçük, sivri kayalıklarıyla üçgen gibi göğe yükselen ıssız bir adadır. 

   Bugün , Istanbul'da Zincirlikuyu istikametinden Barbaros Bulvarı üzerinden  Beşiktaşa doğru inerken , Yıldız civarında Marmara Denizi'nin ortasında ağlayarak duran ,  tepesi üçgen gibi  Sivri bir ada gözükmektedir. İşte orası Hayırsızada'dır. Her gün İstanbullulara aslında tek başına bakar , yaşadıklarını anlatır fakat kimse farkında onun meşhur zulum  adası olduğunun farkında dahi değildir.

 

Yanıt 10 : 

 

 Türk Ceza Yasamızın ve ceza yasalarıyla ilgili mevzuatın temel bakış açılarından en önemlisi insan dışındaki her şeye “mal” yada “eşya” olarak bakmasında yatar.

Oysa , insan merkeziyetli bu bakış özellikle gelişen değişen bambaşka bir  dünyada terkedilmektedir.  Biz ülke ve toplum olarak her ne kadar da bu gelişmeleri kabul etmesek de her zamanki gibi bu gelişmelere karşı her zamanki gibi dirensek de, dünyada son 40 yılda çevre ve hayvan hakları ile ilgili STK sayıları artmakta , dinden dilden milliyetten ari bambaşka topluluklar işbirliği yapmakta , kendi ülke politikalarını eleştirmekte , bambaşka bir dünyadan seslenmekte ,  üniversitelerde özel bölümler açılmakta , bu konuda uzmanlar kilit makamlara gelmekte , basın bu konuyu klasik bakışların dışında  işlemekte , yeni gelen kuşak eskilere nazaran çevre ve hayvan haklarına daha fazla hassasiyet göstermektedir. İklim değişikliği başta olmak üzere çevreye , hayvanlara , doğaya karşı eskiyen politik görüşler  sloganlar bu konuda çalışma yapanları küçümseyen tavırlar söylemler ya da bu işlerle uğraşanları marjinal grup hatta teröristler olarak yaftalamak ancak zeka seviyesi son derece kıt kesim tarafından değer bulmaktadır.


Bizim hukuk sistemimizde bilindiği üzere “insan” dışında olan her şey eşya kabul edilmektedir. Bu nedenle de, mal varlığının konusunu oluştururlar. Başka bir anlatımla , ekonomik değeri olan tüm her şey insana hizmet eden , insanın sahip olabileceği malvarlıklarıdır. Bunları edinmek, yani üzerinde mülkiyet hakkı ve zilyetlik kurmak hukuken mümkündür. Dolayısıyla, etrafımızda her gün onlarcasını gördüğümüz ağaçlar da  hayvanlar da ( hatta kamuya ait dereler de göller de ) mal sayılırlar , zarar görmeleri halinde , sahiplerinin uğramış olduğu ekonomik kayıp nedeniyle “ mal varlığı aleyhine işlenen suçlara” konu olmaktadırlar.

2004 Yılında yürürlüğe giren Hayvanları Koruma Yasası’nın hiçbir ihtiyaca derman olmayacağı daha o yıllardan beri bu satırın yazarı tarafından söylenmesine rağmen , 17 yıl sonra bu ihtiyaç ancak görülmüş ve 2021 Temmuz ayında hayvanları koruma kanununda  değişikliği yapılmıştır. Fakat onca mücadeleden sonra bile dağ fare doğurmuş yine beklentileri karşılamayan bir çok kimsenin ağzına bir küçücük bal vermek çapında ufak tefek bir çok istisnası da olan değişikler resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.  En büyük sorun bizlerin istediği temel ihtiyaçlara yönelik bu istemlerin uygulanması halinde oluşabilecek kaostan doğabilecek korku olduğundan , meclisten geçen değişiklik aklı başında kimseyi tatmin etmemiştir. Örneğin adı hayvanları koruma kanunu olmasına rağmen , ne evcil hayvan dükkanlarından satış engellenebilmiş , ne hayvanlara kötü muamele eden insanlara ciddi ceza yaptırımı gelmiş , ne avcılık yasaklanmış ne de savcılara re'sen soruşturma yetkisi verilebilmiş, sahipsiz hayvanlara kötü muamelede işi zaten başından aşkın tarım il müdürlüklerine suç duyurusunda bulunma tekeli verilmiştir. Ölüm gösterilip sıtmaya razı olma durumu gerçekleşince de hayvanları koruma kanunda kimse daha yeni bir değişiklik isteme cesaretinde de bulunamamaktadır.

Örneğin , yasa kabahatler kanunu kapsamından çıkmasına rağmen hayvanlara işkence yapanlara ya da hayvanlarla cinsel ilişkide bulunanlara 6 aydan 4 yıla kadar hapis cezası  gelmiş fakat yatarı olmayan tutuklama ile caydırıcılığı olmayan kağıt üstü cezalar devreye girmiştir. Vatandaşta da sanki failin dört yıl tutuklu demir kafes ardında kalacağına dair intiba oluşmuştur.  Söz konusu ceza sabıkaya işlense de CMK gereği adli para cezasına çevrilecektir. Ya da büyük olasılık en aşağı sınırdan cezalar verilecektir.

Hayvanın öldürülmesi fiilinin işkence suretiyle gerçekleşmesi halinde  verilecek ceza yarı oranında arttırılacak, fakat tutuklamaya dönüşen hapis cezası  olmadığını , hapis cezası 3 yıl üstünde olmadığı sürece etkisi olmayacağı ancak hukukçular tarafından bilinmektedir.

Daha vahimi ilk defa suç işleyen kişi 6 ay hapis cezası alınca adli para cezasına çevrilecek. Eğerki beş yıl içinde tekrar hayvana karşı suç işlerse o zaman yatarı olan tutuklamaya çevrilecektir. Yani ilk suçu işlediği zaman ( adli  para cezası nedeniyle ) örtülü af olacak. beş yıl içinde söz konusu kişiyi tekrar yakalamak zaten son derece zor olduğunu ise herkes bilmektedir. Hattta fail bu suçu , beş yıl içinde değil de altıncı yıl da işlemiş olsa ilk beş yıllık süreç geçmiş olduğundan , yeniden 6 ay hapis cezası (adli para cezası ) da alabilecek.

Suçta tekerrür hükümleri işlemeyeceği yasayı çıkaranlar tarafından da başından beri bilinmektedir. Dolayısıyla hukukçu olmayanlara karşı biraz da kelime ve usul hukuku oyunlarından hayvan dostlarımız da zarar göreceği muhakkaktır.  Çünkü bu şekilde yaptırımlar bizler tarafından hiçbir zaman murad edilmemiştir.

Bir diğer önemli istemimiz özellikle sahipsiz hayvanlara kötü muamele durumunda  savcılıklara re'sen kovuşturma yetkisi gelmemiştir. Yani sahipsiz bir hayvana karşı kötü muamele yapıldığı zaman şikayete bağlı olmaksızın savcılık kendiliğinden bu fiili kovuşturma konusu yapılabilecekken , durum il tarım müdürlüklerindeki memurun takdirine bırakılmıştır. İşi başından aşkın ve zaten görevinden yılmış bir memurun bir hayvan hakkı savuncusu gibi dilekçe yazmasını bu davayı takip etmesini kimse beklememelidir. Bu dolaylı olarak adliye mekanizmasına gelecek yükü eritmek için yapılan taktik olduğunu herkes bilmektedir.

Çok acıdır. Çok istediğimiz doğa ihtisas mahkemesi kurulmaması bile bu konuda karar veren bakanlığın taslağı hazırlayan uzmanların ne kadar konuya uzak ve duyarsız olduğunu göstermektedir. Uzmanlaşmış mahkeme kurulmadığı için çoğu zaman ağacın derenin doğanın hayvanın hakkını savunabilecek anlatabilecek konuya hakim hatta bu konuda son derece hassas hukukçular standart bakış vizyonun ötesine geçmediği için emsal kararlar çıkamayacak içtihatlar oluşmayacak hayvan ve doğa hakları orada burada kağıt üzerinde kalması istenmiştir. Çünkü bu gibi hareketlerin olası devlete karşı bir eyleme de dönüşmesi istenmeme ruhu ve korkusu hakimdir.

 

metin, çizim, çizgi film, taslak içeren bir resimAçıklama otomatik olarak oluşturuldu Kedi ve köpek dışındaki hayvanlar her zaman maldan da öte  olarak kabul görmesi de çok düşündürücüdür. Hayvanlı sirklere yasak gelmiş fakat mevcut hapishane pozisyonundaki yunus parklarındaki hayvanların bu tutsaklıktan kurtulması için tek bir adım yoktur. Turizm şirketlerinin elinde oyuncak olan bu hayvancıkların yenilerinin açılmaması için yasa çıkmıştır fakat mevcut hayvan hapishanelerine  dokunulmayacaktır.

Petshoplarda (ve ruhsatsız üretim çiftliklerinde)  evcil hayvan satışı  güya yasaklandı fakat bir yıl gibi mevcutların satılarak tüketilmesi (!) için süre verildi. Üstelik bu dükkanlar katalog , broşür , afiş hatta internet üzerinden satışa yine devam edecekler. Asıl sıkıntı dükkanların içindeki o küçük kafeslerde değil üretim aşamasında yaşandığını kabul etmeyen yasa koyucu duruma ikna olmadı. Bu sektörde de aynen turizmciler ve avcılık lobisinde olduğu gibi petshoplarda hayvan satışından prim kazanan kişilerin baskısı altında bu büyük istisnai getirmiştir.

Görüldüğü üzere Haytap’ın yıllardır kullandığı “HAYVANLAR MAL DEĞİLDİR CANDIR! ” söylemi her ne kadar yasa koyucu siyasi partiler tarafından kullanılmışsa da şuraya kadar anlattıklarımızda bile hayvanın bizzat malın kendisi olduğu insan merkezli dünyada onların hakkı olmadığını büyük istisnai maddelerle kabul etmiş oluyoruz.

Çok istememize rağmen yasada gerçekleşmeyen en önemli eksiklerden birisi de kendi hayvanına eziyet eden , evinde arabasında terkeden hayvana ivedilikle savcılık kararıyla evine girip hayvana el koyma yetkisi ise o kadar ısrar etmemize rağmen verilmemiştir. Anlık ve ivedi olarak hareket edilmesi gereken bu durumlarda hayvan polisi teşkilatındaki arkadaşlar yetkilendirilmemiştir. İnsanların büyük kısmı kendi hayvanına da eziyet etmekte örneğin arabasının arkasından bağlayarak koşturmakta , sıcakta arabasında ya da balkonunda tutmakta veyahut kısa zincirle aylarca hayvanı malı olduğu için ölümden beter koşullarda yaşatmaktadır. Sahipli mala müdahele edilemeyeceği için en önemli açıklardan birinin düzeltilme şansı varken bu dahi görmezden gelinmiştir.

metin, taslak, el yazısı, çizim içeren bir resimAçıklama otomatik olarak oluşturuldu

Çok sık karşılaştığımız törenlerde karşılamalarda kutlamalarda hayvan kurban edilmesi engellenmesi ile ilgili neden bir madde dahi koyulmadığını tahmin edebilirsiniz. Dünyanın ancak az gelişmiş ülkelerinde görebileceğiniz bu bakış açısının artık bu dünyada savunulabilir tarafı kalmış mıdır ?

Yeni hayvanat bahçelerinin ( zulumhanelerinin ) kurulması  engellenmemekte , mevcutlarının kapatılması engellenmiyor hatta KOSGEP kredileri adeta bu tutsak hanelerin gerek ticari amaç gerek hayvan sevgisi öğrenilmesi adına tek bir cümle dahi geçirilmiyor. Güya yenilerinin ortamı doğal yaşam ortamına çevrilecek. Hiçbir belediye ya da bakanlık böyle bir bütçeyi sağlayamayacağını herkes bilmesine rağmen idarecilerin kafasında kurduğu doğal yaşam ortamı ile bizlerin hayal ettiği kesinlikle çok farklı olacağından uygulama kabiliyeti olmayacak. Bu zavallılar suçları olmadığı halde demir kafes ardında ömür tüketmeye devam edecek. Belediyeler ve özel sermaye bu hayvanların gardiyanlığına gönüllü olarak soyunmalarına kimse ses çıkartmayacak. Zavallı bir ayının aslanın kaplanın maymunun sadece fiziki yapısı farklı olduğu için tutsaklıkta seyir söz konusu olmasını kabul eden bir zihniyet hayvanları koruma kanunumuz yeni değişti diye sevinmek bile ne kadar yalan bir dünyanın içinde olduğumuzu gösteriyor.

Deve Güreşleri bölge milletvekillerinin istememesi nedeniyle folklorik adı altında devam etmesi de yine bir kılıf bulma teşebbüsünden başka nasıl açıklanabilir ki ? Tabiiki oy kaygısı.

Belediye Tüzel Kişiliklerine haklı olarak ceza gelmemiştir ama bu işten asıl sorumlu olan belediye başkan yardımcıları ( başkanı temsil de ettiğinden ) bir cezai düzenleme açıkça verilebilirdi. Gelen düzenleme gerçekçi değil. Bu ülkede dipsiz göl olarak adlandırılan binlerce yıllık doğa oluşumu Gümüşhane’deki göl define var hülyası ile elbirliği ile kurutuldu. Birinci derecede sorumlu olan valiye bile soruşturma izni bakanlık tarafından verilmedi. Nerede kaldı da başkan yardımcısına hayvanlarla ilgili görevini yapmadı ihmal etti diye ceza verilecek ? Bu yönde bile bir yasal düzenleme yapılabilirdi. Tüm suç maalesef orada zaten başkanın memuru durumunda olan veteriner hekimlere yıkılmaya çalışılması da ayıptır.

Apartmanlarda sitelerde , "Yönetim Planına" aykırı olarak evde hayvan beslemekle ilgili Medeni Kanunda değişiklik yapılmıyor. Evinde tek kedi besleyen kişiye bile tahliye yolu ayni hak sahibi olduğu mülkiyeti üzerinde bile hala mümkün. Hiçbir zararı olmayan bir hayvanı komşular arasındaki doğan farklı husumetten dolayı tahliye davasına alet etmenin yolu kapatılmıyor. Lojmanlarda benzer sıkıntıyı yaşayanları yasa koyucu nedense görmek istemiyor

Faili belli olmayan olaylarda adli tıp ihtisas kurumlarının katili bulunması için dikkate alınmıyor. Bu durumda bir çok olay da fail delil çokluğu değerlendirilemediği için bulunamayacak , hayvana eziyet eden kasten öldürenin yanına kar kalacak. Cinayet bölgesinin konuşması dikkate alınmayacak . Halbuki adli tıp kurumunun bilim uzmanlığından mutlaka ve mutlaka yararlanılması hayvanları çoğu zaman kimin eziyet edip öldürdüğünün bulunması açısından önem arzeder. Yaşadığımız olayların yüzde 80’inde fail sırf bu nedenden bulunamadığı için ceza alamamakta.

Avcılık lobisi yine istediği gibi at koşturacak. İstediği zaman istediği vurma kararlarını elinde tuttuğu MAK 'a çıkartacak. 5199 sayılı yasadaki av hayvanları hiçbir     zaman koruma kapsamı dahilinde olmayacak.Yabancı ve yerli avcılar özel turizm izinleri ile zaten yangınlarla , imar izinleri ve yanlış belediyecilik uygulamaları ile bitmiş doğanın içinde az kalan hayvanları gençleştirmek sürüyü diri tutmak için kovboyculuk oynayacaklar. Bu şekilde bir hayvanları koruMA yasası  ve buna destek veren bizzat hayvanları koruması gereken bakanlık ile hangi tarafta olduğumuzu zaman zaman merak ediyoruz.

 

At yarışları ile ilgili hiçbir düzenleme yok. At yarışları onlara kötü davranılması hormon verilmesi kamçılanarak zorla koşturularak kumar oynatılması ve denetim sisteminin çalışmaması yine gözlerden ırak bambaşka bir dünyanın da iniltilerini bizlere hiçbir zaman ulaştırmayacak.

 

Ve canım koyunlar inekler keçiler ..Onları bunca kargaşada düşünen dile alan kimse olmadı. Onlar sanki canlı değil. Evcil hayvan statüsünde olmadığı için en sömürülen en acı çeken en fazla istismara uğrayanlar. Hep semerelerinden faydalanılan mal oldular. Bu satırların yazarı dışında meclis komisyon görüşmelerinde kimse acısız kesimi dahi dile getiremedi. Cesaret edemedi. Halbuki sosyalleşme bakımından , arkadaşlık bakımından bize en yakın hayvanlar inekler. Onlar da oyun oynayabiliyor seviniyor ağlıyor ve bizler kadar hissedip dokuz ay on gün hamilelik yaşıyorlar. Oysa onlara yaşattığımız kesimlerdeki vahşet acı zulüm olduğu sürece biz insanlar bu dünyada sanırım hiç rahat edemeyeceğiz. Gönül hiç yenmemelerini istiyor ama neden acısız kesim gibi bilimsel bir uygulama varken illa o kör bıçağı hele hemcinslerinin yanında boğazına dayamaktaki ısrarımız ve buna kayıtsız kalışımız...

 

Görüldüğü üzere o kadar çok menfaaat grubu bu yasanın hayvan dostlar lehine değişmemesi için uğraşıyor ve lobicilik yapıyorki özellikle iktidar partisi  cesaretli adımı ancak gaz alma çalışması gibi bizlere sunup geçiriyor. Fakat bunların hepsi de tarihe not olarak kaydediliyor.

Öte yandan bu kadarcık yasa değişikliği bile gerçekleşirse özellikle hayvanlardan sorumlu bakanlık çalışanlarına ekstradan yük geleceği onların da zaten fazladan görev istemediği , alıştıkları rutinden çıkmak istemedikleri de bilinen gerçek. Çünkü hayvanlardan doğadan dereden tepeden kuştan sorumlu bakanlık personeli maalesef hem gerniş çaplı hayvan hakları vizyonları  yok , hem de bizler kadar tutturuk şekilde bu davaya inanmıyorlar. Onun için yasanın değişmesi ya da yeni bilgi sahibi liyakat sahibi insanların da önünü kesmiş durumda oldukları açık.